Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi İlkeleri İÇİNDEKİLER
- Sürü Yönetimi Nedir, Hangi Konuları İçerir?
- Kimler Hayvancılık Yapmalı?
- Süt Sığırcılığında Barınak Kurulumu
- Süt Sığırcılığında Yem Temini
- Damızlık Süt İneklerinin Seçimi
- Süt Sığırcılığında Boğa ve Sperma Seçimi
- Süt Sığırcılığında Koruyucu Hekimlik
- Süt Sığırcılığında Biyogüvenlik Uygulamaları
- Süt Sığırcılığında Kayıt Tutmanın Önemi
- Süt Sığırcılığında Hayvan Refahı
- İnek Davranışları ve Gözlemin önemi
- Sütçü İneklerde Stres Yönetimi
- Sütçü İneklerde Döl Verimi Ölçütleri
- Sütçü İneklerde Kuru Dönem Neden Önemlidir?
- Sütçü İneklerde Doğum ve Doğum Sonu Görülmesi Olası Hastalıklar
- Buzağıların Bakımı ve Beslenmesi
- Sütçü İneklerde Lohusalık Dönemi
- Düvelerin Bakımı ve Beslenmesi
- Sütçü İneklerde Gebe Bırakma Dönemi
1- Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi Nedir, Hangi Konuları İçerir?
Süt sığırcılığında sürü yönetimi olarak amaç süt üretmek, aracı ise yavru elde etmektir. Çünkü yavru olmayınca süt de olmaz. Süt sığırcılığının karlı olabilmesinin temel koşulları yılda bir sağlıklı yavru elde etmek ve 305 gün sürdürülebilir miktarda süt üretmektir. Bu koşulların sağlanabilmesi hiç kuşkusuz en başta Sürü Yönetimi İlkelerine sıkı sıkıya uyulmasına bağlıdır. Almanya’nın Münih Veteriner Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalışırken hocam Prof.Dr.W.Leidl’ın söylediği şu sözü hiç unutmam. Leidl bana “Bir süt sığırı işletmesine girdiğinde önce sürü yönetimine bakacaksın. Eğer bu konuda bir eksiklik ya da aksaklık varsa o işletmede süt ve döl verimi düşer, mastitis ve buzağı ölümleri artar” demişti. Nitekim yıllar sonra büyük bir süt sığırcılığı işletmesine döl verimi düşüklüğünün ve buzağı ölümlerinin nedenlerini araştırmak için çağrıldığımda hocamın bu sözünün ne kadar da doğru olduğunu anladım.
Büyük paralar harcanarak kurulan bu işletmeyi gezmeye başladığımda sürü yönetiminin son derece kötü olduğunu tespit ettim. En başta, işletmede buzağılarla ineklerin bir arada tutulduğunu, kaba yemlerin bozuk hatta küflü olduğunu, ineklerin gezme yerinin ve doğum locasının bulunmadığını görmüştüm. Beni en çok hayrete düşüren şey ise bakıcıların en hayati konularda bile bilgisiz olması idi. Bu deneyimim sonrası gerek Yurt içinde gerekse Yurt dışında edindiğim izlenimler sürü yönetimi konusunda bende bir birikim oluşturdu. Örneğin 2000 yılında Amerika’nın Süt Ülkesi olarak da tanımlanan Wisconsin Eyaletinin Madison kentinde ziyaret ettiğim Expo 2000 Hayvancılık Fuarı, Wisconsin Üniversitesi Ziraat Fakültesinde katıldığım “Sütçü Sığırlarda Sürü Yönetimi Kursu“ ve bu arada gezdiğim onlarca süt sığırı işletmesinde edindiğim bilgiler bu birikimimi daha da çoğalttı.
süt sığırcılığında sürü yönetimi sonuçta, bu bilgiler ışığında hazırladığım sürü yönetimi konusundaki bir derlemeyi yararlı olacağı umuduyla siz meslektaşlarımın ve hayvan yetiştiricilerinin bilgilerine e-kitap olarak sunmak istedim. Döl verimi yerinde olan sütçü inekler bir yıllık yaşam sürelerinin 60 günü kuruda olmak üzere yaklaşık 280 gününü gebelikle, 45 gününü de doğumdan sonra lohusalıkla geçirirler. Bu arada kuru dönem hariç 305 gün yani yaklaşık on ay süt verirler. Her yıl bir yavru vermeleri istendiğinde ise yeniden gebe kalabilmeleri için sadece 40 gün süreleri kalır. Bu bilgilerin ışığında ineklerin bir yıllık yaşam sürelerini gebelik dönemi, kuru dönem, lohusalık dönemi ve gebe bırakma dönemi olmak üzere dört bölüm altında inceleyebiliriz. Bunlardan gebelik dönemi bir kez oluştuktan sonra fiziki nedenler ve genital enfeksiyonlar olmadığı sürece büyük bir olasılıkla doğumla sonuçlanır. İşletmenin karlılığı, sürdürülebilir süt ve döl verimi açısından en önemli olan dönemler Kuru Dönem, Lohusalık Dönemi ve Gebe Bırakma Dönemidir. Eğer bu dönemlerde sürü yönetimi ilkelerine harfiyen uyulursa hem sürdürülebilir bir döl ve süt verimi hem de sürdürülebilir bir karlılık sağlanmış olur. Ayrıca, işletmenin kurulacağı yer, barınak inşaatı, yem temini, hayvan refahı, hayvan davranışları, stres yönetimi, koruyucu hekimlik, biyogüvenlik, damızlık inek ve boğa seçimi, kayıt tutma gibi konular da sürü yönetiminde büyük önem taşırlar.
2- Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi Olarak Kimler Hayvancılık Yapmalı?
Süt sığırcılığında sürü yönetimi diğer bir deyişle hayvancılık dünyanın en zor ve özveri isteyen mesleklerinden biridir. Her ne kadar günümüzde gelişen teknolojiye paralel olarak kimi kolaylıklar sağlanmışsa da hayvancılık yine de emek yoğun bir faaliyettir. Hayvanlara deyim yerindeyse bir annenin çocuğuna baktığı gibi bakmak, süt içen buzağıları bir çocuk gibi biberonla beslemek gerekir. İnekler yemleri taze, yattıkları yer rahat, kuru ve temiz değilse hemen verimlerini azaltırlar. Yazın serin, kışın da rüzgarsız yerde kalmak isterler. Yemleri, bakıcıları, yerleri değişince strese girerler. Bu nedenlerle işletme sahibinin, hayvan bakıcılarının ilgili ve bilgili olmaları gerekir. En ufak bir hata onarılması güç sonuçlar doğurabilir. Bazı işletme sahipleri hayvancılığı çalışanlara bırakıp arada bir uğramak suretiyle asıl işlerini yapmaktadırlar. Bu son derece yanlış bir tutumdur. İşletme sahibinin birinci işi hayvancılık olmalı ve günde en az 5-6 saatini hayvanlarının arasında geçirmelidir.
Hayvancılık asla hobi olarak ya da devletin teşvik, kredi ve desteklerinden yararlanmak amacıyla yapılacak bir iş değildir. Hayvancılığı bu amaçla yapanların sonu her zaman hüsran olmuştur. Hayvancılık işletmesi kuracak kişilerin geçmişte hayvancılıkla ilgili olması başarının ilk anahtarıdır. Hayvancılığı yapabilmek için hayvanı sevmek ön koşuldur. Hayvancılık yapacak kişinin üstüne sinecek hayvan kokusundan gocunmaması gerekir. Hayvancılık çok büyük özveri isteyen bir meslektir. Bir inek her gün düzenli olarak yeminin ve suyunun verilmesini, altının temizlenmesini, günde en az iki kere sağılmasını ister. Bunlar her gün mutlaka yapılması zorunlu işlerdir. O yüzden hayvan yetiştiricisinin hafta sonu, bayram tatili, yıllık izni yoktur. Sosyal yaşamı nerdeyse bulunmaz.
Hayvancılık yapacak olan bir kişinin kaba yem üretecek arazisinin bulunması çok önemlidir. Tümüyle fabrika yemine ve dışarıdan satın alınacak kaba yeme dayalı hayvancılık günümüz koşullarında karlı olmamaktadır. Yonca, fiğ, silajlık mısır, arpa ve bunlara benzer bitkilerin üretilmesi için mutlaka sulanabilir bir arazinin bulunması gerekir. Hayvancılık yapacak olan kişinin mutlaka bir öz sermayesinin bulunması gerekir. Banka kredilerine dayalı yapılan hayvancılığın sonu çoğu kez hüsran olmaktadır. Devletin verdiği destek, teşvik, faizsiz ya da düşük faizli kredilere de fazla güvenmemek lazımdır. Hele bunlara dayalı olarak yapılacak pahalı yatırımlardan özenle kaçınılmalıdır. Barınak inşaatı amaca uygun ama sade olmalı, öz sermayenin büyük bir bölümü başlangıçta kaliteli hayvan alımına ayrılmalıdır.
3- Süt Sığırcılığında Barınak Kurulumu
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde barınak kurulumu çok önemlidir. Bir süt sığırcılığı işletmesi kurulurken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta kurulacak işletmenin yeri ve sahip olduğu arazinin büyüklüğüdür. Bu iki unsuru göz önüne almayan işletmeler en verimli damızlık hayvanları getirseler, en modern barınakları inşa etseler, en teknik alet ve ekipmanı kullansalar dahi üretimde ve karlılıkta süreklilik sağlayamazlar. Barınaklar, yerleşim yerlerinin dışında ama süt alım ve yem tedarik merkezlerine yakın olmalıdır. İşletmenin ana yollardan ne uzakta ne de yakında olması arzu edilir. Çünkü yakında olursa hayvanlar gürültüden ve egzoz gazlarından rahatsız olurlar, uzakta olursa insanların ve süt toplama araçlarının ulaşımı zorlaşır.
En başta işletmedeki hayvan barınaklarının inşa edileceği alanın çok iyi tespit edilmesi gerekir. Barınakların kurulacağı arazinin güneye doğru eğimli, kuzey rüzgarlarına kapalı ve toprağının geçirgen olması gerekir. İşletme hakim rüzgarlar dikkate alınarak kurulmalıdır. Özellikle yaz aylarında sıcak stresine karşı doğal bir havalandırmanın bulunması yararlı olur. İşletmenin kaba yemi üretecek büyüklükte bir arazi varlığına sahip olması ürün maliyetinin düşürülmesi dolayısıyla da karlılık açısından büyük önem taşır. Çok çeşitli hayvan barınakları vardır. Barınak seçerken dikkat edilmesi gerekli en önemli husus barınağın ucuza inşa edilmesi ve içerisine konulacak hayvanların konforunu sağlayacak asgari koşulları taşımasıdır. Uygun koşulları taşıyan ancak ucuza mal edilen barınaktan yapılacak tasarruf ile hayvan satın almak daha karlı olacaktır. Barınakların yüz ölçümü içerisinde bulunacak hayvan sayısına göre hesaplanmalıdır. Genellikle bir ineğe 7-10 metre kare yaşama alanı ayrılmalıdır. Bu barınakların tipi yapılacak hayvancılığın türüne ve kurulacağı yerin iklim koşullarına göre değişiklik gösterir.
Ülkemizin çoğu bölgelerinde süt sığırcılığı yapmak için yarı açık barınaklar daha uygundur. Sadece kışın çok soğuk geçtiği kimi bölgelerde kapalı barınaklar tercih edilebilir. Yetiştiricilerimizde hayvan üşür diye yanlış bir algı vardır. Oysa yabani hayvanlara bakıldığında en ağır kış koşullarında bile üşümedikleri görülür. İnekler – 20 dereceye kadar fizyolojik faaliyetlerini normal sınırlar içerisinde sürdürebilirler. Çünkü üzerlerinde kalın bir deri, bu derinin altında onları soğuktan koruyan yağ tabakası, üstünde de tüyler vardır. Asıl tehlike hayvanın hava cereyanına maruz kalmasıdır. Açık barınakların özelliği yanlarının açık, üstlerinin kapalı olmasıdır. Bu barınaklar sağlı sollu iki bölümden oluşur. Her iki bölüm arasında bir traktörün ve yem dağıtım aracının geçebileceği kadar açıklık bulunmalıdır. Bölümler çeşitli amaçlarla padoglara ayrılırlar. Barınağın yan tarafları yazın tamamen açık olmalıdır. Onun için yan taraflarında beton bir duvar değil de açılıp kapanan perde benzeri bir düzenek bulunmalıdır. Bu perdeler kışın ya da rüzgarlı havalarda hava cereyanında kalmamaları için hayvanların sağrıları hizasına kadar kapatılır.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde yarı açık barınakların birçok yararı vardır. Bunların başında hayvanların temiz hava almaları daha doğrusu metan, amonyak gibi zehirli gazları solumamaları gelir. Temiz hava alan hayvanlar bağışıklık sistemleri güçlü olacağı için solunum yolu hastalıklarına kolay kolay yakalanmazlar. Ayrıca, temiz hava ve sürekli hareket hayvanların metabolizmalarını hızlandıracağından yemden yararlanma yani yemi ete ve süte çevirme kabiliyetleri de bir hayli artar. Yarı açık sistemin önemli bir yararı da sürekli hareket halinde olan hayvanların ayak hastalıklarına daha az yakalanmalarıdır. Tek sakınca olarak görülen hayvanların kışın soğuk havalarda fazla yem tüketmesi ise yararları yanında çok önemsiz kalır. Bu tür barınaklarda hayvanlar serbest olarak dolaşmalıdır. Serbest olarak dolaşan ineklerin biri birleri üzerine atlamaları daha rahat olacağından kızgınlık tespiti daha kolaylıkla ve doğrulukla yapılabilir.
Bu barınaklarda hayvanlar bağlanmadıkları için pisliklerinin ve idrarlarının üzerine yatmak zorunda kalmamakta, mikroplar memeye ve genital kanala girmediği için mastitis ve kısırlık gibi verim azaltıcı hastalıklara daha az yakalanmaktadırlar. Yarı açık barınaklarda her ineğin yatacak bir yeri bulunmalıdır. Yatma ya da durak yerleri yemlik ve suluklara yakın olmalıdır. Önemli olan yatma yerinin hayvanın boyutlarına uygun olması ve onu rahat ettirecek koşulları taşımasıdır. Kuru ve temiz olmak koşuluyla yatma yerlerinde ekonomik olan her türlü altlık kullanılabilir. 100-110 cm eninde ve 210-220 cm boyunda olan bu yatma yerlerinde hayvanların altına genellikle kum, sap ya da talaş serilir. İnek yemini yedikten ya da suyunu içtikten sonra durak yerine gelerek bir yandan yatar bir yandan da geviş getirir.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde sağlıklı inekler günlük yaşamlarının % 82’sini yatarak, yatma süresinin yarısını da geviş getirerek geçirirler. Yem yeme, su içme ve sağım dışında ayakta olan ve geviş getirmeyen ineklerde bir sorun var demektir. Yarı açık barınaklarda sıcağa karşı özellikle yemliklerin üzerine belli aralıklarla soğutucu fanlar ve duşlar yerleştirilmelidir. Duşlar püskürtme şeklinde değil, damlama şeklinde çalışmalıdır. Yemlik demirlerinin kilitli olması arzu edilir. Yemlenmeye geldiklerinde kilitlerde zapt edilen ineklere küçük operasyonlar, koruyucu aşılamalar ve sun’i tohumlama gibi uygulamalar daha kolaylıkla yapılabilir. Yarı açık barınakların tabanı beton değil toprak, gübre ya da ızgaralı sistem olmalıdır. İşletme kurulmadan önce ilk olarak fizibilite yani olabilirlik raporunun hazırlanması gerekir. Daha sonra ise inşaat ruhsatının alınması için ilgili belediyeye başvuru yapılır.
Belediye arazinin tapusu, haritası ve değişik ölçeklerdeki planları gerekli onayların alınması için Tarım ve Orman İl Müdürlüğü, İl Kültür Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Elektrik Dağıtım Şirketi ve Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü gibi kuruluşlara gönderir. Tarım ve Orman İl Müdürlüğü arazinin birinci sınıf tarım arazisi olup olmadığını, hayvancılığa elverişli bulunup bulunmadığını ve bölgedeki tarımsal yapıyı bozup bozmadığını inceler ve ona göre karar verir. Genellikle birinci sınıf tarım arazileri üzerinde barınak inşaatına izin verilmemektedir. İl Kültür Müdürlüğü üzerinde işletme kurulacak araziyi tarihi kalıntılar yönünden inceler. Söz konusu arazide ve yakın çevresinde tarihi kalıntılar bulunmaması istenir. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü daha çok arazi üzerinde yapılacak faaliyetin çevreye olan etkisini inceler. Genellikle 250 başın altındaki sığırcılık işletmeleri için bir muafiyet belgesi verilmekte, bu sayının üstünde hayvan varlığına sahip olan işletmelerden de Çevre Değerlendirme Raporu (ÇED) istenmektedir. Bölgenin Elektrik Dağıtım Şirketi arazinin elektrik dağıtım hatlarına yakınlığını ve uzaklığını inceler. Yakın olmasının canlılar için, uzak olmasının da işletmeye çekilecek hat bakımından önemi vardır. Son olarak Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü çevre kirliliği açısından arazinin yer altı, yer üstü su kaynaklarına ve barajlara yakınlığını, su baskını tehdidi altında bulunup bulunmadığını araştırır. Anılan bu kuruluşlardan onaylar geldikten sonra işin proje aşamasına geçilir.
IPARD ve benzeri desteklerde tip bir proje vardır ve onun uygulanması istenir. Ancak bireysel girişimlerde araziye ve iklim yapısına uygun bir projenin hazırlanması gerekir. Bu bağlamda inşaatın mimari projesi, statik projesi, elektrik projesi, mekanik projesi hazırlanır, araziye binaların konumlandırıldığı harita çizilir. Projeler uygun görüldükten sonra Belediye girişimciye ruhsatını verir ve inşaat başlar. Bu arada Belediyenin ilgili birimleri zaman zaman inşaatı denetlerler ve projeye aykırı olan yapılaşmalar varsa yıkımını sağlarlar. Belediyece uygun görülen
projelere bağlı olarak yapılan inşaat tamamladıktan sonra girişimciye kullanma ruhsatı verilir ve hayvancılık faaliyeti başlar.
4- Süt Sığırcılığında Yem Temini
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde bir süt sığırcılığı işletmesinin öncelikli ihtiyaçlarından biri de yemdir. Hayvanlar barınağa girmeden önce kaba yem ya işletmenin kendi olanakları ile yetiştirilerek ya da satın alınarak depolanmalıdır. Yem, bir süt sığırcılığı işletmesinin toplam giderleri içerisinde yaklaşık %60-70’lik bir paya sahip olduğu için ürün maliyeti ve karlılık açısından çok önemlidir. Yem denildiği zaman akla kaba ve kesif yem gelir.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Kaba yem tahılların hasılları, kuru çayır otu, yonca, silajlık mısır, yemlik bezelye, fiğ, hayvan pancarı, raygras gibi bitkilerden oluşur.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Kesif yem ise tarlada yetişen arpa, mısır, soya gibi bitkilerle endüstri artığı küspe, posa ve melasın karışımından meydana gelir.
Bir süt sığırcılığı işletmesi kar etmek istiyorsa kaba yemlerini mutlaka kendisi üretmek zorundadır. Bunun için de işletme kaba yemi yetiştirecek yeterli büyüklükteki araziye sahip olmalıdır. Kaba yem dışarıdan da satın alınabilir ama başta nakliye olmak üzere kimi masraflar nedeniyle pahalıya mal olur. Bir de dışarıdan satın alınan kaba yem her zaman istenilen kalitede olmayabilir. Fabrikalarda üretilen kesif yemin en önemli özelliği hayvanların ihtiyaçlarını dengeli bir biçimde karşılamasıdır. Ancak kesif yem içerdiği ham maddelerin önemli bir bölümünün ithal edilmesi nedeniyle kur artışlarından olumsuz etkilenir ve fiyat dalgalanmalarına daha çok maruz kalır. Süt ineklerinin beslenmesinde esas olan unsur, kaliteli kaba yemin en çok, kesif yemin en az kullanılacağı bir beslenme rejimi uygulanmasıdır.
Kaliteli kaba yem işletme tarafından üretiliyorsa önemli bir sorun yoktur. Ancak kaba yemin bozulmadan saklanması büyük bir önem taşır. Ayrıca, özellikle mısır silajının usulüne uygun olarak yapılması ve saklanması çok önemlidir. Aksi takdirde büyük emeklerle üretilen tonlarca silaj heba olup gidebilir. Silajın kullanılacağı zaman kesilmesi de önemlidir. Silaj önden başlayarak yukarıdan aşağıya dikey olarak keskin bir aletle kesilmeli ve üstü hemen kapatılmalıdır.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Kaba yemin dışarıdan alınması durumunda ekonomi ön plana çıkmalıdır. Özellikle arpa ve yonca başta olmak üzere yemler hasat zamanı fiyatları ucuzken satın alınmalı ve doğru bir biçimde saklanmalıdır. Kaba yemler bir yem karıştırıcısı ile karıştırılıp istenilen boyutlarda parçalanmalıdır. Günlük karıştırılmış rasyon olarak açılımı yapılan TMR ’ın yem karma makinesinde hazırlanması sırasında özellikle dane yemlerin parçalanması ve kaba yemlerin belli bir partikül büyüklüğünde kesilmesi büyük önem taşır. Parçalanmamış dane yemler sindirilmeden gaita ile dışarı atılır. İnekler, partikül büyüklüğü normalden az ya da fazla olan yemleri tüketmezler. Bu durumda, sadece günlük toplam rasyondaki dane yemleri bol miktarda tüketecekleri için asidoz hastalığına yakalanırlar. Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde ayrıca kaba yemlerin ekim ve biçim dönemleri de önemlidir. Özellikle yonca çiçeklenmeden, silajlık mısır ise danelerinin henüz sütlenmediği bir dönemde biçilmelidir. Yeşil kaba yemler biçilir biçilmez ineğe yedirilmemeli, gaz yapmaması için belli bir süre soldurulduktan sonra verilmelidir.
5- Damızlık Süt İneklerinin Seçimi
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde damızlık seçimi hayvancılıktan arzu edilen karın sağlanabilmesi her şeyden önce ana materyali oluşturan damızlıkların üstün genotipik yapıda olmalarına bağlıdır. Bu da iyi bir damızlık seçimi ve seçilen üstün verimli damızlıklardan uzun süre yararlanma sonucu sağlanabilir. Hayvancılığın temel alanlarından birisi olan süt sığırcılığında her hangi bir ineğin değeri yaşam süresince ürettiği süt ve yetiştiriciye sağladığı kar ile ölçülür.
Ömür boyu karlılık olarak da nitelenen bu olgu iki temel eksen üzerine oturur. Bunlardan birincisi süt veriminin üstünlüğü diğeri de üretkenlik süresinin uzunluğudur. Bir inekten ancak doğumundan süt üretimine başlayıncaya kadar geçen süre içerisindeki masrafları karşılandıktan sonra kar edilebilir. Başka bir deyişle inek en azından büyütme masrafları karşılanıncaya kadar yaşamalıdır. Bu yüzden süt sığırı yetiştiriciliğinde damızlık seçiminin başarısı işletmede sürekli süt üreten verimli ineklerin çokluğu ve çeşitli nedenlerle sürüden dışlanması gereken ineklerin azlığı ile ölçülür.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde günümüzde süt sığırcılığı işletmeleri için en uygun ırk Siyah-Beyaz Alaca yani Holştayn ’dır. Bu ırktan hayvanlar ham ya da gebe düve olarak Türkiye’deki hastalıktan ari damızlıkçı işletmelerden satın alınabileceği gibi yurt dışından da ithal edilebilir. Ancak işletmeye konulacak düveler mutlaka pedigrili olmalı ve gerekli aşılarının yapıldığı ya da hastalıklı olmadıklarına dair sağlık belgesine sahip bulunmalıdır. Ayrıca sürüye yeni katılacak düveler ya da inekler belli bir süre sağlıklı hayvanlardan uzak bir yerde karantinaya alınmalıdır.
Son zamanlarda kırmızı et açığı nedeniyle kimi süt sığırı yetiştiricileri ya saf Simental beslemekte ya da ellerindeki Holştayn düveleri ve inekleri Simental boğaların spermaları ile tohumlatmaktadırlar. Bu son derece yanlış bir uygulamadır. Çünkü bu suretle işletmenin genetik yapısı bozulmakta ve ileriye dönük olarak süt üretiminin azalması sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, bir süt sığırcılığı işletmesi yönünü sadece süt üretimine çevirmelidir. Bir ineğin süt verimi arttıkça süt maliyetinin düştüğü gerçeği unutulmamalıdır. Bilimsel verilere göre günlük otuz litrenin altındaki süt üretimi karlı olmamaktadır. Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde yeni kurulan bir süt sığırcılığı işletmesine düveler ya ham yani henüz tohumlanmamış ya da gebe yani tohumlanmış olarak satın alınabilir. Aslında en doğrusu ham yani tohumlanmamış düve satın almaktır. Çünkü tohumlanmış gebe düvelerde sperması kullanılan boğanın kalitesi her zaman tam olarak bilinmeyebilir. Buna karşın, ham düve satın alındığında yetiştirici hayvanını olanakları ölçüsünde en kaliteli boğanın sperması ile tohumlatır ve ileriki yıllara dair soy kütüğü takibini rahatlıkla yapabilir. Gebe düve satın almanın yararları ise satın alınan hayvanın döl veriminin yerinde olduğunun bilinmesi ve en azından ilk tohumlama masraflarından tasarruf edilmesidir.
6- Süt Sığırcılığında Boğa ve Sperma Seçimi
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Boğa ve sperma seçimi bir süt sığırcılığı işletmesinin geleceğini belirleyen en önemli faktörlerdendir. Çünkü bir süt sığırcılığı işletmesinin karlılığı daha doğrusu çiğ sütün birim maliyetinin düşüklüğü toplam süt üretiminin yüksekliğine bağlıdır. Daha basit bir ifade ile bir işletmenin toplam süt üretimi arttıkça, sütün birim maliyeti düşer ve bu da karlılık demektir. Bir süt sığırcılığı işletmesinde toplam süt üretiminin artması sürünün ıslahı yani inek başına süt üretiminin yükselmesi ile mümkündür.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Genetik ıslahın en etkin yolu, sun’i tohumlamada kullanılacak boğanın ve spermanın seçiminden geçer. Tohumlamada kullanılacak boğa spermaları çokluk yetiştiricinin talebi üzerine Veteriner Hekimi tarafından seçilmektedir. Burada rol oynayan temel unsur spermanın fiyatıdır. Yetiştirici ineğim gebe kalsın da sperma kalitesi ne olursa olsun diye düşünmektedir. Oysa fiyat bu konuda en son dikkate alınacak hususlardan birisidir. Örneğin 305 gün sağılan ve günde ortalama 30 litre süt veren bir ineğin 5 günlük yani 150 litrelik sütünün fiyatı olan 300 lira ile kaliteli bir boğanın sperması rahatlıkla satın alınabilir. Geriye daha sütün değerlendirileceği 300 laktasyon günü kalır.
Spermanın seçimi bir süt sığırı işletmesi için çok büyük bir önem taşır. Hiç kuşkusuz yavru dolayısıyla süt verimi de önemlidir ama sürünün arzu edilmeyen özelliklerinin ayıklanması ya da arzu edilen özelliklerin sürüye dahil edilmesi adına uygun spermanın seçimine de gereken önceliğin verilmesi gerekir. Örneğin güç doğum oranı, meme ve meme uçlarının yapısı, ayak ve tırnak yapısı, sağrının düz olması, meme aynasının genişliği, süt yağı oranı gibi boğanın pedigrisinde yer alan 17 karakterden, yetiştirmenin yönü dikkate alınarak tercih edilen özellikleri taşıyan spermalar seçilmelidir. Son zamanlarda meme başlarının robotik sağıma uygunluğu, dişi sperma, meradan etkin yararlanma, sağlık kar indeksi, yemi ete çevirme, yaşam boyu yararlılık, doğum sonu metabolik hastalıklar gibi kriterler de kataloglarda yer almaktadır.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde yetiştirici sperma seçerken mutlaka Veteriner Hekimine danışmalı ve ondan sonra karar vermelidir. Pekiyi, yetiştirici sürüsünde hangi boğanın spermasını kullanacağını nereden öğrenebilir? Dondurulmuş boğa sperması satan firmaların katalogları vardır. Bu kataloglarda boğaların tip özellikleri, ayak-bacak ve meme yapıları ve süt değerleri yer alır. Bu değerler uzun yıllardan beri Döl Kontrolü (Progeny Testing) denilen bir yöntemle belirleniyordu. Günümüzde genomik test adı verilen yöntemle buzağı daha yeni doğduğunda tüm genetik özellikleri bilinmektedir. Burada esas olan boğanın kızlarının süt verimleridir. Boğaların farklı iklim ve coğrafi koşullarda yaşayan çok sayıda inekle birleştirilmeleri sonucu bu değerler elde edilir ve kataloglara yazılır. Kataloglar karmaşık bilgiler içerdiği için yetiştiricinin mutlaka sun’i tohumlamayı yapacak olan Veteriner Hekimine danışması gerekir. Yetiştirici sürekli gözlemlediği sürüsünde geliştirmek istediği özellikleri Veteriner Hekimine bildirmeli ve birlikte karar vermelidirler.
Burada katalogdaki bilgileri çok özet olarak açıklamak istiyorum. Öncelikle Toplam Verim Puanı (TPI) önemlidir. TPI on bir ayrı konuda boğaların test edilmesi sonucunda hesaplanır. Bu konular arasında protein ve yağ oranları ön plana çıkar. TPI değeri yüksek boğalar kızlarının yağ ve protein oranları yüksek boğalardır. Diğer bir değer de PTAM’dır. Bu değer süt verimi ile ilgilidir. Bu değerin +1000 in üstünde olması arzu edilir. Amerika’dan ithal edilen boğa spermalarında bu değer mutlaka +1000 in üzerinde olur. Çünkü Bakanlık +1000 in altında PTAM değeri olan boğa spermalarına ithal izni vermemektedir. Bu iki ana değer dışında kataloglarda boğaların tip,
ayak-bacak ve meme puanlarına bakılır. Tip’de göğüs genişliği, sağrı genişliği ve sağrı eğimi gibi özellikler bulunur. Bu özelliklere bakılarak kullanılan spermalardan sütçü bir inek ortaya çıkarılabilir.
süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Ayak-bacak puanı arka bacakların yandan ve arkadan görünümü ve tırnak ve topuk yüksekliği ile ilgilidir. İneklerin mera’da yayılmaları ve ayak ve tırnak hastalıklarına yakalanmamaları için bu puan önem taşır. Meme puanında ise kısaca memelerin yerleşimi, sarkık veya kalkık olmaları, meme bağlantıları ve meme başının uzun ya da kısa oluşu önem taşır. Bu puan da ineklerin meme başlarına basmamaları, sağımda etkinlik ve mastitis açısından önemlidir. Günümüzde robot sağıcılara uygun meme başları da genetik özellikler arasına girmiş bulunmaktadır. Bunların dışındaki önemli bir konu da özellikle düvelerde güç doğumların ortaya çıkmaması için doğum kolaylığı özelliği taşıyan boğaların spermalarının kullanılmasıdır. Sonuçta arzu edilen husus, süt verimiyle, yağ ve protein oranlarıyla, doğum kolaylığıyla, ayak-bacak ve meme özellikleriyle dengeli bir ineğe sahip olabilmektir.
7- Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi İlkelerinde Koruyucu Hekimlik
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Koruyucu hekimlik sürü yönetimi ilkelerinin temelini oluşturur. Günümüzde insan sağlığında olduğu gibi hayvan sağlığında da tedavi edici hekimlikten ziyade koruyucu hekimlik ön plana çıkmış bulunmaktadır. Çünkü bir hayvana hasta olduktan sonra yapılacak tedavi ve harcanacak ilaç masrafları çok yüksek meblağlara ulaşmaktadır. Bir de insandan farklı olarak hasta hayvanın tedavi edilememesi durumunda kesilmesi söz konusudur ki bu durum hayvanın damızlık değerinin çok altında bir fiyata kasaba satılması sonucunu doğurur. O nedenle hayvanların önceden alınacak kimi basit ve uygulanabilir koruyucu önlemlerle hastalandırılmamaları işletmenin karlılığı açısından da çok büyük bir önem taşır.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde belli dönemlerde alınacak besleme, bakım ve aşılama önlemleri ile hastalıkların önüne geçilebilir. Bu dönemler buzağıların doğumdan hemen sonraki dönemleri, ineklerin ise kuruda kalma ve lohusalık dönemleri olarak tanımlanabilir. Buzağı bir süt sığırcılığı işletmesinin geleceği demektir. Bugünkü koşullarda yetiştiriciler sütten değil bir tek buzağıdan kar elde etmektedirler. Buzağı et üretimi ve Ülke ekonomisi açısından da önemli bir unsurdur. Her yıl yüz binlerce buzağı koruyucu hekimlik önlemleri alınmadığı için güç doğumdan, ishalden ve solunum yolu enfeksiyonlarından dolayı ölmektedir. Bu da ileride et üretecek olan besi danalarının sayısını azaltarak kırmızı et krizine, ithalata ve fiyat artışına neden olmaktadır.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde yeni doğan buzağılarda ishali oluşmadan önlemenin koruyucu iki yolu vardır. Bunlardan bir tanesi doğumdan önce anneye aşı, doğumdan sonra buzağıya anti serum yapmak, diğeri de buzağıya doğar doğmaz ağız sütünü bol miktarda içirmektir. Ayrıca buzağılar ağız sütü verilmesini takiben derhal annelerinden ayrılmalı ve tekli kulübelere konulmalıdır.
Bu önlemlere alındığı takdirde buzağılarda ishal görülme olasılığı yok denecek kadar azalır. Kuruda kalma süresi bir sütçü inekte üzerinde önemle durulması gereken bir dönemdir. Bu dönemde hayvan süt vermediği için tüm enerjisini karnındaki yavruya ve doğumdan sonra buzağısının içeceği ağız sütüne harcar. Bu evrede gebe ineğin fazla kilo almaması gerekir. O nedenle ineğe yonca hariç bol miktarda kaliteli kaba yem, çok az da kesif yem verilmelidir. Doğuma bir hafta kala ise ineğe yüksek dozda D-Vitamini enjeksiyonu yapılmalıdır.
Bu önlemlere uyulduğu taktirde doğumdan sonra ineklerde hipokalsemi (doğum felci), güç doğum, asidozis (mide ekşimesi), mastitis (meme iltihabı), metritis (rahim iltihabı) laminitis (ayak hastalığı), sonun atılamaması, abomasum deplasmanı (şirdenin yer değiştirmesi) gibi süt ve döl verimini olumsuz olarak etkileyen rahatsızlıklar görülmez. İneklerde süt ve döl verimini olumsuz olarak etkileyen hastalıklar arasında mastitis (meme iltihabı) ve metritis (rahim iltihabı) başta gelir.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Kuru dönemde yeterli beslemenin bu hastalıkların oluşmasını engellediğini söylemiştik. Ancak her iki hastalıkta da ilave koruyucu önlemler alınması gerekir. Sağım sırasında memeye mikropların girmemesi için sağım öncesinde kuru ve temiz tutulan meme başları antiseptik bir sıvıya batırılmalıdır. Sağım sonrasında ise bir süreliğine açık kalan meme başlarına son daldırma denen bir işlem uygulanır. Bu işlem esnasında meme başları bir sıvıya daldırılır. Kısa sürede lastik kıvamını alan bu sıvı meme başlarını sarmalayarak deliği kapatır. Bu suretle meme başından içeri mikrop girmesi önlenmiş olur. Hayvanları kuru ve temiz yerlerde barındırmak, altlarına temiz altlıklar sermek, normal ve güç doğum sırasında yapılacak müdahalelerde hijyenik şartlara uymak döl verimini olumsuz olarak etkileyen rahim iltihabı görülme olasılığını önemli ölçüde azaltır.
Hayvanların yeterli beslenmesi de en etkili koruyucu önlemdir. Çünkü döl tutmama başta olmak üzere önemli hastalıklar enerji eksikliğinden kaynaklanır. Sadece süt sığırlarında değil tüm hayvanlarda koruyucu aşılama çok önemlidir. Çünkü Türkiye’deki hayvanlarda bulaşıcı hastalıklara neden olan çok sayıda mikrop mevcuttur. Hastalıkların önlenmesinde koruyucu hekimlik uygulamaları adını verdiğimiz aşılamalar bu mikropları henüz hastalık oluşmadan önler. Yoksa hayvanlar hasta olduktan sonra hem verimleri düşer hem de hastalıkların tedavisinde kullanılacak ilaçlar işletme giderlerini önemli ölçüde artırarak karlılığı azaltırlar. Koruyucu aşılamalar sayesinde işletmede verimlerin sürdürülebilirliği sağlanmış olur. Süt sığırı yetiştiricilerinin önemli bir bölümü koruyucu aşılamaları sırf etrafta hastalık yok diye ihmal etmektedir.
Oysa Türkiye’de hayvan hareketlerinin yoğunluğu ve denetimsizliği salgın hastalıkların kolayca yayılmasına neden olmaktadır. Özellikle yeni doğmuş buzağılara ve kurudaki ineklere yapılacak aşılar buzağıların erken çağda ölmesini engellediği gibi doğum sonrasında oluşacak çok sayıda hastalığı da önlemektedir. Buzağı 2-3 haftalık olduğunda enterotoksemi ve İBR-BVD aşıları yapılmalıdır. Bu aşılar yeni doğmuş buzağılarda ölümlere neden olan enterotoksemi ve solunum yolu hastalıklarına karşı koruyuculuk sağlar. Buzağı 6-7 haftalık olduğunda bu aşılar tekrarlanmalıdır. Buzağılar 3 aylık olduklarında Türkiye’de belli aralıklarla önemli salgınlar yapan ve özellikle buzağılarda kalp sektesi yapmak suretiyle ölümlere neden olan şap hastalığına karşı aşılanmalıdır. Şap aşısı Tarım ve Orman İl ve İlçe Müdürlükleri tarafından yapılmaktadır. Şap aşısı buzağı 4 aylık olduğunda tekrarlanmalıdır.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde buzağı 130-137 günlük olduğunda solunum yollarında hastalık yaparak ölümlere neden olan pastörella hastalığına karşı aşılanmalıdır. Bu aşılar tek tek yapılabileceği gibi karma halde de uygulanabilir. 160. Günde pastörella, 300. Günde de şap aşıları tekrarlanmalıdır. Buzağı bir yaşına geldiğinde pastörella aşısı yeniden yapılmalı ve 6 ayda bir tekrarlanmalıdır. Hayvanlara 400. Günde enterotoksemi , İBR-BVD ve 420.günde günde de sarılık hastalığına karşı leptosipira aşısı uygulanmalıdır. Kuru dönemdeki ineklere yapılacak aşıların doğumdan sonra ağız sütü yoluyla buzağıya geçip onu bağışıklığı henüz oluşmadan ölümcül hastalıklara karşı koruyacağı düşünüldüğünde ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. Kuru dönemde yani gebeliğin 225. Gününde ineklere rota-corona, E.coli ve enterotoksemi aşılarının tek tek ya da karma halde yapılmaları çok önemlidir. Ayrıca, yine kuru dönemdeki ineklere solunum yolu enfeksiyonlarına karşı pastörella ve meme iltihabına karşı mastitis aşılarının yapılması gereklidir. Özellikle mikropları yem ile alınan botulismus hastalığına karşı yılda bir kez aşılama yapılması da tavsiye edilmektedir.
8- Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi İlkelerinde Biyogüvenlik Uygulamaları
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde verimliliğin devamı için bakım ve besleme kadar biyogüvenlik de önemlidir. Ne yazık ki uygulamada en çok ihmal edilen konuların başında da biyogüvenlik gelmektedir. Oysa biyogüvenlik sürü yönetiminin vazgeçilmez bir parçasıdır. Diğer hayvancılık dallarında olduğu gibi süt sığırcılığında da sağlık çok önemlidir. Sağlıksız bir sürüden süt ve yavru elde edilemeyeceği gibi işletmenin geleceği de tehlikeye girer. Sağlık tanımı içerisinde mikropların oluşturduğu salgın ve bulaşıcı hastalıkların önemi büyüktür. Çünkü bu hastalıklar tek tek hayvanları değil tüm sürüyü hasta ederler. O nedenle salgın ve bulaşıcı hastalıkların sürüde bulunması arzu edilmeyen bir durumdur. İşte, işletmede bulunan sığırların salgın ve bulaşıcı hastalıklara yakalanmasına yol açabilecek her türlü mikrobun girişini engellemeye yönelik alınacak önlemlerin bütününe biyogüvenlik adı verilir.
Biyogüvenlik önlemlerini almaya en başta barınaktan başlanmalıdır. Kuruluş aşamasında barınakların yeri tayin edilirken ana yollardan ve başka hayvancılık işletmelerinden uzakta olmasına özellikle dikkat edilmelidir. Çünkü ana yoldan geçen örneğin hayvan yüklü bir kamyondan ya da yakın bir komşu işletmeden mikrop bulaşma ihtimali bir hayli yüksektir. Ayrıca, barınakların kapıları, pencereleri, yem depoları ve havalandırma sistemleri kuşların ve kemirgenlerin girişine engel olacak bir biçimde düzenlenmelidir.
Kuşlar ve kemirgenler hastalık bulunan bir işletmeden hastalık bulunmayan bir işletmeye mikrop bulaşması konusunda en etkili taşıyıcılardır. İşletmenin etrafı çalılarla ya da benzeri bitkilerle değil tel örgüler ya da beton duvarlarla çevrilmeli mümkünse sadece bir giriş kapısı bulundurulmalıdır. Barınakların tabanı tazyikli sular ve mikrop öldürücü sıvılarla kolay temizlenecek maddelerden yapılmalı, ineklerin yatacakları yerlerde mikrop barındırmayacak kum ve talaş gibi altlık maddeleri kullanılmalıdır. Mikrop bulaştırmada etkin bir araç olan gübrenin ahır tabanından sık sık uzaklaştırılması amacıyla otomatik gübre sıyırma sistemlerinden yararlanılmalıdır.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkeleriden doğum yapacak ineklerin konulacağı bölme ve buzağı bölmeleri biyogüvenlik açısından çok önemlidir. Çünkü temiz olmayan mikroplu ortamlarda doğum yapan ineklerde rahim iltihabına sıklıkla rastlanır ve bu da döl tutmayı engelleyen en önemli bir nedendir. Aynı şekilde temiz olmayan bölmelerde bakılan yeni doğmuş buzağılarda mikroplara bağlı ishal ve öksürük vakalarından ölümlere çok rastlanmaktadır. Onun için, doğum bölmesi ve buzağı bölmeleri sık sık mikrop öldürücü sıvılarla temizlenmeli ve altlarına saptan kalın altlıklar serilmelidir. Ayrıca ahırın tabanı ve duvarlar, doğum ve buzağı bölmeleri yılda iki kez olmak üzere mikrop öldürücü sıvılarla yıkanmalıdır.
Sağım bir inekten diğerine hastalık bulaştırmada en etkin yoldur. Bulaşma kirli memeler, sağım makineleri ve sağım personeli vasıtasıyla olur. Onun için memeler özellikle de meme başları sağımdan önce mikropsuz bezlerle kuru olarak temizlenmeli, meme başları sağımdan önce mikrop öldürücü bir sıvıya batırılmalı, sağımdan sonra ise meme başı kanalı kendiliğinden kapanıncaya kadar memeyi mikroplardan koruyacak bir sıvıya daldırılmalıdır. Çünkü gizli mastitis adı verilen ve belirti göstermeden memede büyük tahribata yol açan hastalığa meme başında bulunan mikroplar neden olmaktadır. Hastalıklı hayvanlar en son sağılarak üretilen süte mikrop bulaşması önlenmelidir. Aynı şekilde sağım makinesinin meme başı ile temas eden vakumlu uçlarının temiz, kuru ve mikropsuz olmasına özen gösterilmelidir. Sağımcılar saçlarını ve vücutlarını temiz malzemelerle örtmeli, eldiven giymeyi ihmal etmemelidir.
Biyogüvenlik açısından yemlerin ve suların temizliği ve mikropsuz olması çok önemlidir. İçme ve kullanma sularının iyotlu ve klorlu mikrop öldürücü sıvılarla temizlenmesi şarttır. Ayrıca yemlerin mikrop ve küflerle bulaşık olmamasına özen gösterilmelidir. Hastalık mikroplarını taşıma açısından nakliye araçları, ziyaretçiler ve veteriner hekimleri önemli bir rol oynarlar. Örneğin işletmelerden süt toplayan ya da işletmeye yem taşıyan araçlar mikropları kolaylıkla bulaştırırlar. O nedenle yukarıda belirtilen işletmenin tek giriş yerine mikrop öldürücü bir havuz yapılarak araçların bu havuzdan geçip içeriye öyle girmesi sağlanabilir. Bazı işletme sahipleri başka işletmelerdeki yeni uygulamaları görmek üzere ziyarette bulunabilir Bu ziyaretçiler kendi işletmelerinde bulunan mikropları ayak yoluyla ziyaret ettikleri işletmeye bulaştırabilirler. Aynı şekilde görevleri gereği işletmeden işletmeye gezen veteriner hekimleri de aynı şekilde mikrop bulaştırma konusunda rol oynarlar. Ziyaretçilerin ve veteriner hekimlerinin işletmeye girerken tek kullanımlık başlık, önlük ve çizme giymelerinde büyük yarar vardır. Eğer bu temin edilemiyorsa ahıra girecek kişiler mutlaka ahır kapısında hazırlanacak mikrop öldürücü sıvıların toplandığı küçük bir havuza ya da paspasa basmalıdırlar.
9- Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi İlkeleri Kayıt Tutmanın Önemi
Geleneksel hayvancılıkta gelir-gider hesabı ve ürün maliyet analizi yapılmadığından hayvana ve işletmeye dair kayıtlar da tutulmamaktadır. Bunda hiç kuşkusuz yetiştiricilerin eğitimsizliğinin de payı büyüktür. Çeşitli nedenlerle bulunduğum Almanya’nın Bavyera ve Amerika’nın Wisconsin hayvancılık havzalarında yetiştiricilerin neredeyse tümünün eğitimli olduğunu ve düzenli kayıt tuttuğunu gözlemiştim. Ayrıca, 2000 yılında Wisconsin Madison’da katıldığım Dairy Herd Management (Sürü Yönetimi) Kursu’nda kayıt tutmanın yararlarının güçlü bir biçimde vurgulandığını anımsıyorum. Kayıt tutmak sadece yetiştiricinin hayvanları hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamakla kalmaz aynı zamanda işletmenin önünü görmesine de yardımcı olur.
Hayvanlarının verimliliğinin ve karlılığının gittikçe düştüğünü bilmeyen bir yetiştirici işletmenin geleceği hakkında isabetli kararlar veremez. Yetiştiriciler işletme ölçeğinin büyüklüğüne göre ya bir ajanda da, ya kartlarda ya da bilgisayarda kayıt tutabilirler. Son yıllardaki teknolojik gelişmeler kayıt tutmada bilgisayar kullanım oranını bir hayli artırmıştır. Önemli olan kayıtların doğru ve düzenli olarak tutulmasıdır. Ayrıca hayvanların mutlaka numaralı olması gerekir. Çünkü kayıtların özellikle devletin ulusal kayıt sistemine düzenli olarak aktarılması yasal bir zorunluluktur. Bir süt sığırcılığı işletmesinde düzenli olarak tutulması gerekli kayıtlar şöylece sıralanabilir.
1.Kişisel Kayıtlar
Kişisel kayıtlar çokluk hayvanın tanımlanmasında kullanılan pedigri bilgileridir. Öncelikle hayvanın numarası, doğum tarihi, varsa anne ve babasının adı ve kulak numarası, ırkı kaydedilmelidir. Bilgisayarda kayıt yapan büyük ölçekli işletmelerde hayvanın resmi de kişisel kayıtlar arasına konulabilir. Kişisel kayıtlar arasında hayvanın numarası son derece önemlidir. İşletmenin, yetiştirici birliğinin ve devletin ulusal kayıt sisteminin verdiği numaralar aynı hayvan üzerinde bulunabilir. Asıl olan devletin vermiş olduğu numaradır. İşletme içi kullanılacak numaralar hayvanların sırtlarına boya ile yazılabilir.
2. Döl Verimi Kayıtları
Döl verimi kayıtları bir işletmenin karlılığı ve verimliliği açısından büyük önem taşır. Döl verimi bilgileri arasında ineğin buzağılama tarihleri; kızgınlık tarihleri; tohumlama tarihleri; sperması tohumlamada kullanılan boğanın adı, ırkı ve kulak numarası; iki gebelik arası süre (doğum ile ilk gebelik arası süre), servis periyodu (doğumdan sonraki 80.günde başlayan ve ineğin gebe kalması ile sonuçlanan süreç), gebelik muayenesi sonuçları (varsa ultrason sonuçları), kuruda kalma süresi, önceki doğum bilgileri sayılabilir. Bir süt sığırı işletmesinin karlı ve verimli olabilmesi her şeyden önce ineklerin yılda bir yavru doğurmalarına bağlıdır. Bu bağlamda iki gebelik arası süre ve servis periyodu önem kazanır.
Servis periyodu yani ineğin gebe bıraktırılma süreci ne kadar kısa ise iki gebelik arası süre de o kadar kısalır ve ineğin yılda bir yavru doğurması mümkün olur. Doğumdan sonra belirli aralıklarla yinelenen kızgınlıklarda ineğin tohumlanmaması ya da tohumlandığı halde gebe kalmaması işletmeye büyük ekonomik zararlar verir. Yapılan hesaplamalara göre tohumlandığı halde gebe kalmayıp kızgınlığı bir siklus yani 21 gün ötelenen inek bulunduğu işletmeye damızlık değerinin yaklaşık %10 u oranında değer kaybettirir. Bu zarar ineğin hem 21 gün boyunca boşuna yediği yemden hem de süt veriminin 21 gün ötelenmesinden kaynaklanır. O nedenle kızgınlık kayıtları ve buna bağlı olarak uygun tohumlama zamanının tespiti büyük önem taşır.
3. Süt Verimi Kayıtları
Süt verimi kayıtlarının düzenli olarak tutulması işletmenin karlılığı ve verimliliği açısından büyük önem taşır. Süt verimindeki göreceli azalma sürünün yaşlandığını ya da sürüde meme sorunu (özellikle mastitis) bulunan ineklerin çoğaldığını gösterir. Süt verimindeki azalma işletmenin önünü görebilmesi açısından son derece önemlidir. Çünkü akrabalı yetiştiriciliğin yoğun olduğu sürülerde süt verimi de düşer ve tohumlamada kullanılan boğa spermalarının değiştirilmesi zorunluluğu ortaya çıkar. İneklerin bireysel süt verimlerinin bilinmesi onlara günlük verilecek kaba ve kesif yemin yani rasyonun hesaplanması açısından da önem taşır. Çünkü yaşama payı dışında ineğe verim payı olarak verilen yem onun süt verim düzeyine göre hesaplanır. Bir süt sığırcılığı işletmesine günlük, aylık, 305 günlük (laktasyon) süt verimleri kayıt altına alınmalıdır.
4. Süt Kayıtları
İneklerde düzenli olarak kaydedilmesi gereken süt özellikleri yağ ve kuru madde miktarı ile bakteri ve somatik hücre sayılarıdır. Yağ ve kuru madde miktarı ineğe verilen yemin yeterliliği ve sindirilebilme kabiliyeti açısından önem taşır. Sütteki bakteri sayısının normalin üzerinde bulunması ahır ve sağım hijyeninin yetersizliğine işaret eder. Kapalı ve bağlamalı sistem ahırlarda yapılan hayvancılıkta inekler mecburen gaita üzerine yattıkları için mikroplar memelere, oradan da süte geçerler. Öte yandan, sağım esnasında ineğin memesinin, sağımcının ellerinin ve sağım makinesinin yeterince temiz olmaması süte bakterilerin bulaşmasını kolaylaştırır.
Somatik hücre sayısının bilinmesi inekte mastitis (meme iltihabı) hastalığının teşhisi bakımından önemlidir. Süt özelliklerini ortaya koyan analizler laboratuarlarda yaptırılabileceği gibi yetiştirici fabrikaya teslim ettiği sütün analiz sonuçlarını alarak kendi işletmesinin kayıtlarına da ekleyebilir.
5. Sağlık Kayıtları
İneklerin yaşamları boyunca geçirdikleri hastalıklar, yapılan ameliyatlar, kullanılan ilaçlar ve aşılar düzenli olarak kaydedilmelidir. Bu bilgiler özellikle hasta hayvanları tedavi edecek veteriner hekimler için yol gösterici olur.
6. Vücut Kondisyon Bilgileri
Vücut kondisyon bilgileri yani dış özellikler ineğin genetik yapısını yönlendirmede yardımcı olur. Günümüz bilimsel hayvancılığında sadece et, süt gibi verimler değil dış özellikler de önem kazanmıştır. Özellikle dış özellikler arasında sayılan meme, bacak, ayak, tırnak özellikleri sürekli olarak izlenerek kaydedilmelidir. Sürüdeki her hangi bir verim düşüklüğünde en başta yapılması gereken iş dış özelliklerin uygun boğa spermaları kullanılarak düzeltilmesidir. Meme ve bacak ölçümleri dışında ineğin canlı ağırlığı, cidago yüksekliği ve göğüs çevresi gibi özelliklerinin kaydedilmesi de gerekir. İneklerin canlı ağırlıklarının periyodik olarak ölçülmesi yemleme ve hastalık durumları hakkında bilgiler verir.
7. Muhasebe Bilgileri
Bir hayvancılık işletmesinin rantabl olabilmesi her şeyden önce gelir ve giderin, kar ve zararın, ürün maliyetinin bilinmesine bağlıdır. O nedenle işletmeye giren girdilerle çıkan ürünlerin miktarlarının ve fiyatlarının kaydedilmesi önemlidir. Gelişen bilgisayar teknolojileri hayvancılıkta kayıt tutmayı bir hayli kolaylaştırmış bulunmaktadır. Özellikle bireysel verim kayıtlarının tutulmasına yarayan elektronik çipler çok yaygınlaşmıştır. Hayvanların boyunlarına asılan bu çipler sayesinde özellikle sağım sırasında süt veriminin ve somatik hücre sayısının otomatik olarak kaydedilmesi mümkün olmaktadır. Ayrıca ineğin vücut derecesi ölçülerek kızgın olup olmadığı da tayin edilebilmektedir. Öte yandan, podometre denilen aygıtlarla ineğin adımları sayılarak günlük yatma ve hareket durumları ve buna bağlı olarak kızgın olup olmadıkları saptanabilmektedir. Son zamanlarda sürüye kazandırılacak verim ve vücut özellikleri bağlamında hangi ineklerin hangi boğaların spermaları ile tohumlanacağına dair çöpçatan adı da verilen programlar geliştirilmiştir. Yine yeni geliştirilen sistemlerle ahır içindeki tüm hayvanlar bilgisayar ekranında gözlenebilmektedir. Ayrıca geliştirilen sürü yönetimi, sürü sağlığı, fertilite takibi, mastitis takibi gibi programlarla da ineklerin sağlıklarının korunması yönünde önemli adımlar atılabilmektedir. Hayvancılıkta doğru ve düzenli kayıt tutmak sadece işletmeye değil, doğuracağı katma değer ile ülke ekonomisine ve ulusal gelire de katkı sağlar. Asıl olan hayvancılık işletmelerinin bu konuyu önemsemeleri ve hayata geçirebilmeleridir.
10- Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi İlkelerinde Hayvan Refahı
İnsanlar evde rahatları yerinde olduğunda nasıl mutluluk içinde yaşarlarsa hayvanlar da barınaklarında konfor içinde olduklarında aynı mutluluğu tadarlar. Ancak hayvanların insanlardan farkı verim vermeleridir. Çünkü her tür hayvan verimi hormonlar tarafından yönlendirilir. Hormonların oluştuğu organ da genellikle beyindir. Onun için huzur içinde rahat bir yaşam süren hayvanlarda beyinin hormon salgılama işlevi daha düzgün olacağından verimlerde de artış gözlenir. Bu nedenle hayvan refahı ya da konforu hayvan yetiştiriciliğinde çok büyük bir önem taşır. Hayvan refahı ve davranışları son yıllarda hayvancılıkta, özellikle verimlerin arttırılması bağlamında en çok dikkat edilmesi gereken hususların başında gelmektedir.
Hayvan refahı olgusu, günümüzde hayvancılıkta büyük önem kazanan Sürü Yönetimi İlkeleri içerisinde en ön sıralarda yer almaktadır. Hayvan refahının iyi olduğu işletmelerde hayvan davranışlarının yerinde olduğu, tersi durumda ise hayvan davranışlarının bozulduğu görülmektedir. Hayvan refahının iyi olmasının en önemli koşulu barınakların bilimsel ölçütlere uygun olarak inşa edilmesidir. Kapalı, havasız ve bağlamalı sistem barınaklarda oluşacak hastalıklar ve stres nedeniyle hayvan refahından söz edilemez. Oysa açık ya da yarı açık, havadar, serbest sistem barınaklarda hayvan refahı da en üst düzeydedir. Bu tip barınaklarda hayvanların gezeceği alanların genişliği, yatma yerleri ile yemlik ve sulukların hayvanın boyutlarına uygunluğu, altlıkların kalın ve uygun malzemeden oluşması, gübre yönetimi ile yapay havalandırma ve serinletme sistemlerinin bulunması hayvan refahının olmazsa olmazlarıdır. Hayvan refahının yerinde olması daha çok et, daha çok süt, daha çok sağlıklı buzağı ve daha bol kazanç demektir.
Hayvanların özellikle de süt ineklerinin en çok ihtiyaç duydukları şey barınakların konforlu olmasıdır. İnekler günlerinin çok büyük bir bölümünü yatarak ve geviş getirerek geçirirler. O yüzden yatma yerleri kuru, temiz ve rahat olmalıdır. Yatma yerleri öncelikle hayvanın vücut ölçülerine uygun olmalı, altlarına kum, talaş, sap gibi maddeler serilmelidir. İnekler yatma yerleri rahat olmadığında ayakta dururlar, geviş getirmeleri azalır, işkembeleri tam çalışamaz ve sonuçta oluşan metabolik hastalıkların doğurduğu döl tutmama ve ayak hastalıkları gibi rahatsızlıklarla karşı karşıya gelirler. İkinci olarak ineklerin bulundukları ortam havadar olmalıdır. Kapalı ahırlarda bakılan inekler metabolik faaliyetleri sonucu oluşturdukları metan, karbon dioksit, karbon monoksit, amonyak, hidrojen sülfür gibi zehirli gazları teneffüs ederek solunum yolu hastalıklarına yakalanırlar.
Öksürükle birlikte görülen solunum yolu hastalıkları ineklerde yem tüketimini azaltarak süt verimini düşürür, daha ileri durumlarda da ölümlere bile neden olabilir. Onun için süt sığırı yetiştiriciliğinde ve besicilikte hayvanlar kapalı, karanlık, havasız ahırlarda değil açık ya da yarı açık, temiz havalı ve güneş gören barınaklarda bakılıp beslenmelidir. Aynı zamanda hayvanların suları temiz, yemleri taze ve küften arınmış olmalıdır. Hayvanlar yemliklere ve suluklara rahatça ulaşabilmeli ve yiyebildikleri kadar yem içebildikleri kadar su önlerinde hazır bulundurulmalıdır. Stres hayvan refahını bozan en önemli faktördür. Stresteki hayvanlarda salgılanan kortizol ve adrenalin gibi hormonlar diğer bazı süt ve et verimine yarayışlı hormonların salgılanmasını engelleyerek verimlerin düşmesine neden olurlar. Hayvanlarda stres doğuran çok sayıda neden mevcuttur.
Bunlardan en önemlisi çevre ısısının oluşturduğu sıcaklık stresidir. Çevre ısısı 22 santigrad derecenin üstüne çıktığında özellikle süt inekleri strese girer ve bunun sonucunda yem tüketimleri ve süt verimleri düşer. Bunu önlemenin yolu yattıkları yerin üzerine konulacak fanlarla ve duşlarla ineklerin serinletilmeleridir. Ayrıca yarı açık inek barınaklarına kesinlikle duvar yapılmamalı gerektiğinde açılıp kapanan perdeler konulmalıdır. Sıcak havalarda bu perdeler indirilerek hava akımı arttırılıp serinlik sağlanmalıdır.
11- İnek Davranışları ve Gözlemin Önemi
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde hayvan davranışları konusu günümüzde önemli bir bilim dalı haline gelmiştir. Bir inek, hastalanmadan birkaç gün önce mutlaka yetiştiriciye kötü giden bir şeyler olduğunu belli eder. Onun için yetiştiricilerin ya da bakıcıların ister merada isterse kapalı ya da açık barınaklarda olsun ineklerini günün mümkün olan her saatinde dikkatli ve bilinçli bir şekilde gözlemlemeleri gerekli hatta zorunludur. Bu sayede, oluşacak hastalıklar önceden önlenebildiği gibi barınak inşası sırasında yapılan hatalar da ortaya çıkarılmış olur. Özetlemek gerekirse, hayvan ihtiyaçlarını dikkate almayan barınak inşaatı, inek doğasını dikkate almayan alet ve ekipman ve hayvan davranışları konusunda eğitimsiz personel hayvancılık işletmelerindeki karlılığı ve devamlılığı aksatan en önemli unsurlardır.
Bir ahıra girildiğinde başlıca üç şeye dikkat etmek gerekir. Birincisi ineklerde rumen doluluğu, ikincisi dizdeki yaralar, üçüncüsü de yürümede aksaklıktır. Sağlığı yerinde olan bir ineğin derisi parlak ve elastik, tüyleri kısa ve düzgün, midesi dolu, kondisyonu ortalama düzeyde ve çevreye karşı ilgisi yüksek olmalıdır. Sağlıklı bir inek gününün yaklaşık 20 saatini yatarak, yaklaşık 7-10 saatini de geviş getirerek geçirir. Eğer inek bu süreler kadar yatmaz veya geviş getirmezse mutlaka bir sorunu var demektir. Ayrıca işkembesinin doluluğu ve hareketleri ile solunum sayısı da sağlığı açısından büyük önem taşır. Sağlıklı bir ineğin işkembesi mutlaka dolu olmalıdır. Bu da inek gözlendiğinde sol tarafının şiş ve kabarık olması ile anlaşılır. İneğin işkembe hareketlerinin de normal sınırlar içerisinde olması gerekir.
Genellikle ineklerin %30’unun işkembeleri boştur. Bu durum hayvanın çeşitli nedenlere bağlı olarak yem yememesinden ve geviş getirmemesinden kaynaklanır. El yumruk yapılıp beş dakika süreyle ineğin sol tarafından işkembeye bastırıldığında 10-12 kez geri gelmelidir. Bu da işkembenin 5 dakikada 10-12 kez hareket ettiğini gösterir. İneklerde solunum sayısı da önemlidir. Sağlıklı bir inek dakikada 40-70 kez solunum yapar. Bu sayının üstündeki ve altındaki durumlarda ineğin hastalıklı ve stresli olduğu anlaşılır.
İnekler kızgın olduklarını da davranışları ile belli ederler. Kızgın inek sinirlidir, sürekli böğürür, yanındaki ineği yarar, vulvası şişkin ve ödemlidir, daha az yem yer, sütünü azaltır, sürekli ayakta durur, başka ineklerin üzerine atlar, başka inekler üzerine atladığında izin verir. Bu davranışların gözlenmesi ve zamanında tohumlama için bir veteriner hekime haber verilmesi ineğin gebe kalması açısından son derece büyük bir önem taşır.
İneğin kondisyonu da gözlemde dikkate alınması gereken bir husustur. Çok zayıf ve çok kilolu inekler tercih edilmez. Vücut kondisyon skoru 3.5-4.0 olmalıdır. Dikkatli bir gözlemle durum tespiti yapıp arka planda mutlaka başka bir şeyler aramak gerekir.
İnekler diğer hayvanlar gibi sosyal varlıklardır. Yeni oluşturulan bir inek grubu içerisinde hiyerarşi ve liderlik yarışı yaklaşık bir hafta kadar devam eder ve sonra sular durulur. Eğer sular durulmamış ve kavga devam ediyorsa durak yerlerinin, dolaşma alanlarının, yemlik ve sulukların yetersizliği akla gelmelidir. Her ineğe mahsus bir yatma yeri bulunmalı, suluk ve yemlikler inek sayısına göre ayarlanmalıdır. Ayrıca, özellikle yemliklerin mutlak surette ineklerin vücut ölçülerine göre inşa edilmesi şarttır. Aksi taktirde inekler özellikle yem yeme esnasında diz çökmek zorunda kalırlar ve bu da dizlerde yaralanmalara neden olur. Genellikle ineklerin %30’unda dizlerde yaralanmalar görülür. Aynı şekilde yemliğin üst demiri engin olursa ineğin sırt ve boyun bölgelerinin birleştiği bölgede yaralanmalar oluşur. Kısacası hayvanın dizlerinde, sırtında ya da muhtelif yerlerinde yaralanmalar görüldüğünde yemlik, suluk ve durak yerlerinin ineğin vücut ölçülerine uygun olarak yapılmadığı anlaşılır.
İneğin önündeki yemi yememesi ya da bazısını yiyip bazısını bırakması yetiştiriciye önemli ipuçları verir. İneğin yemi yememesi yemin bozuk, küflü olduğunu gösterir. Özellikle hava alıp bozulmuş silajları ya da küflenmiş kaba yemleri yaydıkları kötü koku nedeniyle inekler yemezler. Bazen de yem kırma ve karma makinesi ile kırılmış ve karıştırılmış yemlerde sadece tane yemleri yerler kaba yemleri bırakırlar. Bu da yemlikte yanardağ ağzı gibi bir tablonun görülmesi ile anlaşılır. Bunun nedeni kaba yemlerin ineğin ağzıyla alabileceği ya da geviş getirebileceği bir büyüklükte olmamasıdır.
İnekler, un haline getirilmiş tane yemleri ve çok uzun ya da çok kısa kaba yemleri yemezler. Bu durumda yem kırma ve karma makinesinin ayarlarını kontrol etmek gerekir. İneklerde dışkı kontrolü de yetiştiricilerin özellikle sindirim sistemi rahatsızlıklarının önceden tespiti konusunda önemlidir. Dışkının çok sert ve çok yumuşak olmaması arzu edilir. Ayrıca, dışkıda mevcut tane yemlerin çokluğu da sindirimin yeterince olmadığına işaret eder. İneklerin yürüyüşleri sırasında aksamaları ya da dört ayak üzerinde dururken aldıkları şekil de özellikle ayak ve tırnak hastalıkları konusunda yetiştiriciye önemli bir ipuçları verir. Genellikle ineklerin %20’sinde topallık görülür. Topallığın önemli bir nedeni de enerji yoğun beslemede ortaya çıkan asidozdur.
12- Süt Sığırcılığında Sürü Yönetimi İlkelerinde Stres Yönetimi
Stres yönetimi sürü yönetimi ilkelerinin önemli bir parçasını oluşturur. Bir süt sığırcılığı işletmesinden yeterli süt ve yavru almak, dolayısıyla kar edebilmek için mutlaka stresi doğru biçimde yönetmek gerekir. Aksi halde, ne kadar da teknik bir hayvancılık yapılırsa yapılsın arzu edilen sonucu almak mümkün değildir. Stres insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da çok büyük bir öneme sahiptir. Hayvanlar strese insanlardan daha fazla duyarlıdırlar. Stres sırasında salgılanan stres hormonları düz kasları gevşeterek vücutta rahatlık sağlayan mutluluk hormonunu baskılayıp çeşitli organlarda önemli işlev bozukluklarına neden olurlar. Stres doğrudan beyini etkileyerek bu organdan salgılanan hormonların mekanizmasını bozar ve bunun sonucunda cinsel hormonlarda da aksaklıklar ortaya çıkarak kızgınlık gösterme ve döl tutmada sorunlar meydana gelir.
Strese giren ineklerde yem tüketimi azalır, geviş getirme yavaşlar, vücut ısısı yükselir, süt ve süt yağı verimi düşer, asidoz hastalığı ortaya çıkar ve döl verimi aksar. Süt sığırlarında strese yol açan faktörleri nakliye, doğum, ahır konforunun yetersizliği, yemin bozuk olması, yem, bakıcı ve yer değişiklikleri, çevre ısısı yüksekliği olarak sıralayabiliriz. Hayvanların bir yerden başka bir yere vasıta ile nakledilmesi önemli bir stres faktörüdür. Hayvanlar yeni geldikleri yerde ilk on gün içerisinde öksürük ile seyreden üst solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanırlar. Doğum da önemli bir stres faktörüdür.
Doğumdan sonra koskoca bir buzağıyı karnında oluşturduğu ve fazla miktarda sütü üretmek zorunda kaldığı için inekler strese girerler ve bunun sonucunda da diğer hastalıklara yatkın hale gelirler. İnekler sosyal hayvanlardır ve barınakta etraflarındaki ineklerle sosyal ilişki içerisine girerler. Yem yemeye, su içmeye ve sağıma birlikte giderler. İneklerin barınak içerisindeki yerleri değiştirildiği zaman strese girerler, bunun sonucunda yem yemelerinde, geviş getirmelerinde aksaklıklar oluşur ve bunun sonucunda metabolik hastalıklara daha kolaylıkla yakalanırlar. Aynı durum alıştıkları bakıcının ve yemin değiştirilmesi halinde de söz konusu olur.
İnekler barınak içerisinde yatacakları yerlerin ıslak ve pis olması halinde sürekli ayakta dururlar ve geviş getirmezler. Aynı şekilde bozuk ve küflü yemler ile kirli sular da ineklerde stres neden olarak verim düşüklüklerine yol açar. Boş yemlik inekleri strese sokar. Yemliklerde sürekli yem bulunması ve ineğin istediği zaman yem yiyebilmesi stresi azaltır. Çevre ısısının yüksekliği en önemli stres kaynağıdır. Her şeyden önce inekler kapalı, az ışık alan, havası pis ahırlarda ya da etrafı duvarla örtülü yarı açık barınaklarda hiçbir soğutma önlemi almadan tutulduklarında strese girerler.
Yüksek çevre ısısı süt ineklerini etkileyen en önemli faktördür. İnekler 3-21 santigrad derecelerde rahat ederler ve çevre ısısı 22-24 santigrad dereceleri geçtiğinde ise strese girerler. Isı stresine karşı en iyi önlem özellikle yemlikler üzerine monte edilecek otomatik soğutucu fanların çalıştırılması ve duş sistemi ile 15 dakikada bir 30-45 saniye süreyle ineklere duş yaptırılmasıdır. Fanlar çaplarının on katı aralıklarla fazla yüksek olmamak şartıyla dizilmelidir. İneklerde stresi önlemenin yolları ucuz ve basittir. İneklerin barınak içerisindeki yeri, alıştığı yemi ve bakıcısı çok zorunlu olmadıkça değiştirilmemelidir. Başka bir yerden barınağa getirilen inekler bağışıklık sistemlerini geliştirici yemler ve preparatlarla takviye edilmelidir. Doğum yapan ineklere insanlardaki lohusa şerbeti benzeri vitamin, mineral, iz element karışımı maddeler verilmelidir.
Hayvanların yattıkları yerler kuru olmalı, gübreler düzenli olarak dışarı atılmalıdır. İnek yataklıkları kum, talaş, sap gibi idrarı emen ve nem oluşturmayan maddelerle kaplanmalıdır. Süt ineklerine sağım esnasında iyi davranılmalıdır. Sağım sırasında hormonal faaliyet arttığı için hayvanları sinirlendirip strese sokacak vurma, itme, bağırma gibi davranışlardan kaçınılmalıdır. Aksi taktirde ineklerde sağılacak süt miktarı azalır.
13- Sütçü İneklerde Döl Verimi Ölçütleri
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Damızlık Süt Sığırı Yetiştiriciliğinde döl veriminin değerlendirilmesi döl verimi süt ineklerinin en önemli verimidir. Bir süt sığırcılığı işletmesinde et, süt, buzağı gibi ekonomik yönden büyük önem taşıyan verimlerin sürdürülebilirliği ancak o işletmedeki ineklerin döl verimlerinin varlığı ve üstünlüğü ile sağlanabilir. Öte yandan bir süt sığırcılığı işletmesinin karlılığı ve dolayısıyla devamlılığı açısından da döl veriminin önemi çok büyüktür. Döl vermeyen bir ineğin et, süt ve buzağı gibi ürünleri vermeyeceği herkesçe de bilinen bir gerçektir. Bir süt sığırcılığı işletmesinde döl veriminin değerlendirilmesi inek bazında değil sürü bazında yapılmalıdır. Önemli olan sürünün döl veriminin arzu edilen ölçütlerin içerisinde bulunmasıdır. Yoksa çeşitli nedenlere bağlı olarak inek bazında döl verimi düşüklüğü her zaman görülebilir.
Sütçü ineklerde döl veriminin değerlendirilmesinde çeşitli oranlar ve ölçütler kullanılmaktadır. Bu ölçütleri ortaya koyarken ineklerden elde edilen değerler kadar tohumlamada sperması kullanılan boğalar da dikkate alınmalıdır. Bu bakımdan değerlendirmede esas alınacak ölçütler arasında ineğe bağlı olanlar kadar boğaya bağlı olanlar da önemlidir. Ayrıca, değerlendirmede döl veriminin oluşmasında etkisi bulunan kalıtımsal ve çevresel faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Kalıtımsal faktörler arasında en başta döl veriminin kalıtım derecesinin, ineğin ve boğanın gen yapısının; çevresel faktörler arasında da beslenme ve bakımı da içine alan management yani sürü yönetiminin dikkate alınması şarttır. Bir düvenin ya da ineğin gebe kalabilmesi daha doğrusu döl verebilmesi için mutlaka bir boğa ile çiftleşmesi ya da bir boğanın dondurulmuş sperması ile tohumlanması gerekir. Modern yetiştiricilik adına tavsiye etmesek de Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin bazı kesimlerinde özellikle mera hayvancılığı yapılan yerlerde sürüdeki boğa çiftleşmeye hazır ineği bulur ve döller. Ancak, Türkiye’de sayıları gittikçe artan orta ve büyük ölçekli süt sığırcılığı işletmelerinde yetiştiricilikte suni tohumlama tekniği kullanıldığından inek ve düvelerde kızgınlığın mutlaka takip edilmesi gerekir. Bir ineğin ya da düvenin kızgın olup olmadığı onların biri birlerinin üzerine atlamalarından ya da gösterdikleri dış belirtilerden anlaşılabileceği gibi adım sayan bazı aletler kullanılarak da tespit edilebilir.
Suni tohumlamanın dolayısıyla da döl veriminin başarısını etkileyen olmazsa olmaz şartlardan biri de kızgınlığın doğru olarak tespitidir. Buna bakarak da tohumlamayı yapan veteriner hekimi uygun tohumlama zamanını tayin eder. Onun için bir süt sığırı sürüsünde inek ya da düvelerin kızgınlığa gelme oranlarının daha doğru bir ifade ile kızgın olarak tespit edilenlerin yüzdesinin yüksek olması büyük bir önem taşır. Bu oran döl veriminin değerlendirilmesinde dikkate alınması gereken bir husustur.
Bir süt sığırı sürüsünde kızgın olarak tespit edilen inek ve düvelerin toplam boğa altı inek sayısına oranı ne kadar yüksekse o sürünün döl verimi de o kadar üstün olarak değerlendirilir. Bu oranın %80’den aşağı olmaması arzu edilir. Geri kalan %20’lik oran ise daha çok sakin kızgınlık olarak tanımlanan durumlarda ortaya çıkar. Özellikle düve sayısının yüksek olduğu sürülerde sakin kızgınlık denilen, kızgınlığın dıştan fazla belirti göstermediği durumların ortaya çıkma olasılığı daha yüksektir. Kızgınlığın ortaya çıkmasında inek ya da düvenin enerji düzeyinin yüksek olması daha doğrusu harcadıkları enerjiden daha fazlasını dışarıdan yemlerle almaları büyük önem taşır. Aksi taktirde hayvanın hormon düzeni bozulacağından başta kızgınlığın görülmemesi olmak üzere çok çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir Süt sığırcılığı işletmelerindeki döl veriminin değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan birisi de tohumlama sonrasında elde edilecek gebelik ve doğum oranlarıdır.
Gebelik oranlarının tespitinde art arda yapılan tohumlamalardan elde edilen gebelik yüzdelerinin saptanması büyük bir önem taşır. Konuyu açmak gerekirse, bir sürüdeki inek ve düvelerin yüzde yüzünün ilk tohumlamada gebe kalması mümkün değildir. İlk tohumlamada gebelik oranı %50’nin altına düşmemelidir. Türkiye’de serbest veteriner hekimleri tarafından sahada yapılan ilk tohumlardan elde edilen gebelik oranları genellikle bu civardadır. İlk tohumlamada gebe kalmayan inekler ikinci kez tohumlanırlar. İkinci tohumlamada gebelik oranları %70’in üzerinde olmalıdır. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerde ikinci tohumlamada da gebe kalmayan inekler eğer döl tutmamanın nedeni bilinmiyorsa sürüde tutulmaz ve reforme edilir. Ancak Türkiye’de beş altı kez tohumlandığı halde gebe kalmayan inekler hala yetiştirilmeye devam edilmektedir. Bu durumda işletme hem süt hem de buzağı bakımından zarar etmektedir. Art arda yapılan başarısız tohumlamalar ineklerde buzağılama aralığını yani iki doğum arasındaki süreyi uzatmaktadır. Buzağılama aralığı konusuna ileride değinecek olmakla beraber burada söz etmemiz gereken husus normal olan üç yılda iki buzağı elde etmek imkansız hale geleceği için bir inekten yaşam boyu elde edilen buzağı sayısının azalmasıdır. Ayrıca uzayan ve her 21 günde tekrarlanan kızgınlıklarda gebe kalmayan ineklerde ertelenen süt verimi nedeniyle de işletme önemli ekonomik zararlara uğramaktadır.
İneklerde tekrarlanan tohumlamalara kaşın gebe kalmamanın çok çeşitli nedenleri vardır. Bunlar arasında dengeli beslenmeme dolayısıyla oluşan enerji eksikliğini, kuru dönemde yanlış beslenme sonucu doğumdan sonra ortaya çıkan metabolik hastalıkları, doğuma erken müdahale ve sonun atılamaması nedeniyle meydana gelen rahim iltihaplarını, kimi genital hastalıkları, kızgınlık tespitinde ve tohumlamada yapılan hataları sayabiliriz. Her gebe kalan inek doğuracak diye de bir beklenti içinde olmamak gerekir.
Gebelik sırasında oluşacak mekanik travmalar, brusella gibi yavru atmaya neden olan hastalıklar, erken embriyonik ölümler ineğin gebe kalmış olsa bile doğum yapmamasına sebep olur. Onun için sütçü sığır işletmelerinde döl verimi değerlendirilirken gebelik oranından çok doğum oranının dikkate alınması gerekir. Süt sığırlarında döl veriminin değerlendirilmesinde önemli olan dönemler arasında doğumdan sonra görülen involusyon ve servis periyodu sayılabilir. İnvolusyon gebelik sırasında buzağının gelişmesine paralel olarak büyüyen uterusun yani rahmin tekrar eski haline dönmesi için geçen süredir. Normal koşullarda bu süreç 45 gün kadar devam eder. Uterus bu süre zarfında bir yandan küçülürken bir yandan da içindeki yavrudan kalma yabancı maddeleri temizler. Ancak sonun atılamaması ve rahim iltihabı gibi durumlarda bu süre uzayabilir. İnvolusyon sırasında normal olarak kızgınlığın oluşması ve ineğin tohumlanması söz konusu değildir. Kızgınlığın normal olarak oluşması ve ineğin tohumlanması genellikle doğumdan iki ay sonraki dönem içinde mümkün olur. Yılda bir yavru almak istendiğinde involusyondan sonra geriye kalan bir aylık süreyi iyi değerlendirmek gerekir. O nedenle de, bu bir aylık süre zarfında oluşacak kızgınlıkları iyi takip edip ineği zamanında tohumlatmak yılda bir yavru almayı kolaylaştırabilir. Ancak bu çeşitli nedenlere bağlı olarak gerçekleşmez. Bu nedenler arasında doğuma erken müdahale ve sonun atılamaması sonucu oluşan rahim iltihabını, involusyonun zamanında gerçekleşmesini engelleyen hipokalsemiyi, doğumdan sonra yüksek süt verimine bağlı olarak oluşan enerji eksikliğini, kızgınlık tespitindeki eksiklikleri, tohumlama hatalarını sayabiliriz. İşte doğumdan sonra involusyonun tamamlanmasından hayvanın yeniden gebe kalmasına kadar geçen süreyi de servis periyodu olarak adlandırıyoruz.
Gerek doğumdan sonra involusyonun yani rahmin tekrar eski haline dönmesi olayının gecikmesi gerekse servis periyodunun uzanası buzağılama aralığı olarak adlandırılan iki gebelik arası süreyi uzatır ve bu da yılda bir yavru alınmasını engeller. Dölverimi ölçütü olarak buzağılama aralığının 400 günü aşmaması arzu edilir. Böylece yılda bir yavru değil üç yılda iki yavru alınması mümkün olabilir. Buzağı aralığının uzaması durumunda, gerek kızgınlığın tekrarlanması sonucu laktasyonun gecikmesi gerekse bu süreçte boşa yedirilecek yem miktarı yetiştiriciye büyük ekonomik zararlar verir. Asıl ekonomik kayıp inekten fertil yaşamı boyunca daha az yavru almaktan kaynaklanır. Yüksek verimli damızlık ineklerden yaşamları süresince çok yavru almak istenen bir durumdur. İneklerin genellikle iki yaşından sonraki yaşamları onların fertil yani döl verimi bakımından uygun dönemleri olarak tanımlanır. Bir yetiştirici bu fertil yaşam süresince ineğinden ne kadar çok yavru alabiliyorsa o kadar kar ediyor demektir. Günümüz koşullarında sütten yeterli karı edemeyen yetiştiriciler kazanç aracı olarak sadece buzağıyı değerlendirmektedir. Ne yazık ki ülkemizdeki ineklerin fertil yaşam süresi çok çeşitli nedenlere bağlı olarak düşük bulunmaktadır.
Holştayn inekler üzerinde yapılan bir araştırmada fertil yaşamları süresince verdikleri ortalama yavru miktarı 2.3 olarak saptanmıştır. Bu rakam dünya ölçeğinde değerlendirildiğinde çok düşüktür. Bu sonuca göre Holştayn inekler en fazla 4.5 yaşında kesiliyor demektir. Bu sürenin yarısında yani ilk iki yılında yavru ve süt vermediğinden inekler bir bakıma boşuna beslenmektedir. Geri kalan 2-2.5 yıllık sürede de ne kadar verim alınsa kardır. Holştayn ırkı ineklerde bu durum özeldir. Çünkü yüksek verim gücüne sahip olan Holşyayn ineklerde enerji düşüklüğü ve beslenme eksikliğine bağlı hormonal nedenlerden dolayı kızgınlık belirtileri tam olarak görülmediği gibi mikroplardan oluşan rahim iltihaplarına karşı daha duyarlıdırlar. Yerli ırklarla Simmental ve Montofon gibi Holştaynlara nazaran daha az süt veren ineklerde fertil yaşam buzağı verimleri görece yüksektir. Örneğin bir yerli ırk inekten fertil yaşamı süresince 6-7 yavru almak mümkündür. Simental ve Montofon ırkı ineklerde ise bu sayı beşin altına düşmez. İneklerde döl verimi ölçütü olarak değerlendirilen bir özellik de gebelik başına düşen tohumlama sayısıdır. Bu sayının ikiden yüksek olması arzu edilmez. Ne yazık ki Türkiye’de bu sayıyı tutturmak çok zordur. Yukarıda da değinildiği gibi ineğini 6-7 kez tohumlatan yetiştiriciler vardır. Oysa hayvancılığı gelişmiş ülkelerdeki yetiştiriciler ineklerini iki ya da en fazla üç kez tohumlattıktan sonra gebe kalmazsa elden çıkarmaktadırlar.
Bizde artarda yapılan başarısız tohumlamalar buzağılama aralığını uzatarak fertil yaşam süresindeki buzağı sayısını azaltmaktadır. Ayrıca her başarısız tohumlamada kullanılan sperma ve uygulama bedelleri de yetiştiriciye zarar vermektedir. Türkiye’de bazı yetiştiriciler birkaç suni tohumlamada gebe kalmayan ineklerini boğaya çekmektedirler. Bu son derece yanlış bir uygulamadır. Boğa vasıtasıyla birçok hastalığın inekten ineğe bulaştığı bilinmektedir. Bu gibi durumlarda boğa kullanmak yerine başarısız tohumlamaların nedenlerini araştırmak daha doğru olacaktır. Başarılı bir suni tohumlamanın temel koşulu ineğin genital organlarının sağlıklı olmasıdır. Ayrıca kullanılan spermanın dölleme gücünün de yüksek olması arzu edilir. İneğin kızgınlığının doğru tespiti ve tohumlama zamanının doğru tayin edilerek tekniğine uygun olarak yapılması da büyük önem taşır. İnekler çeşitli belirtiler göstererek kızgın olduklarını belli ederler. Bu belirtiler başka fizyolojik ve patolojik olgularla karıştığı için fazla dikkate alınmaz. İneklerde kızgınlığın tespitinde iki konu çok önemlidir. Bunlardan bir tanesi ineklerin birbirlerinin üzerine atlaması, diğeri de veteriner hekiminin yapacağı rektal muayenedir.
İnekler birbirlerinin üzerine atladıklarında alttaki inek kaçmıyor, atlamaya izin veriyorsa mutlaka kızgın demektir. Bu davranışı gören yetiştirici derhal bir veteriner hekimine haber vermelidir. Veteriner hekimi yetiştiricinin beyanına ek olarak inekte rektal muayene yapıp ineğin kızgın ve tohumlamaya hazır olduğunu tespit ettiğinde tohumlamayı yapmalıdır. Döl veriminde tohumlamada kullanılacak boğa spermasının hazırlanması ve tohumlama yapacak kişinin tekniğine uygun olarak işini yapması da çok büyük bir önem taşır. Tüm bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere döl verimi çok çeşitli faktörlerin ortaklaşa etkisi ile oluşan karmaşık bir konudur. Döl verimini değerlendirirken bu faktörlerin tümünü dikkate almak gerekir. Süt ineklerinde sürü yönetimi ilkeleri arasında döl verimi yönetiminin önemi büyüktür.
14- Sütçü İneklerde Kuru dönem Neden Önemlidir?
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Kuru dönem bakımı ve beslenmesi ineklerin verimliliği, buzağıların sağlığı ve işletmenin karlılığı açısından çok büyük bir önem taşır. O nedenle yetiştiricilerin kuru dönemde ineğe azami özeni göstermeleri şarttır. Bir inek ya da düvenin doğumuna iki ay kala sütten kesilmesine Kuruya Çıkarma, bu döneme de Kuru Dönem adı verilir. Kuru Dönemi bir tarlanın nadasa bırakılmasına benzetebiliriz. Nasıl ki bir tarla nadasta gelecek ekim dönemi için kendini yenilerse inek de Kuru Dönemde benzer şekilde gelecek doğuma ve ardından da olası bir gebeliğe kendisini hazırlar. Kuru Dönem inek ya da düvenin doğumdan sonraki genel sağlığı, döl ve süt verimi için çok büyük bir öneme sahiptir.
Kuru Dönemde inek ya da düveye gösterilecek özenin temelini doğru beslenme oluşturur. İnekler ve düveler doğuma 60 gün kala kendilerine verilen kesif yemin kesilmesi, suyun 1/3 oranında azaltılması ve süt sağımının durdurulması ile Kuru Döneme alınmış olur. Kuru Dönem beslemesinin temelini inek ya da düveyi şişmanlatmadan ya da zayıflatmadan ortalama bir kondisyonda doğuma hazırlamak ve doğum sonrası oluşacak hastalıklara karşı gerekli vitamin, mineral ve iz elementleri yeterince vermek oluşturur. Kuru Dönemde, yaklaşık on ay süren laktasyon boyunca içerisinden litrelerce kan geçen, tonlarca litre süt üretip yorulan ve yıpranan meme dokuları doğumdan sonraki yeni laktasyona hazırlık amacıyla onarılır ve yenilenir. Bu işlem Kuru Dönemin ilk 30 gününde gerçekleşir. Kuru Dönemin ilk 30 gününde yenilenen meme dokusu ikinci 30 gününde buzağı sağlığı için çok önemli olan ağız sütünü (kolostrumu) üretmeye başlar. Kuru Dönemde ineğin meme dokusuna verilecek ilaçlarla olası bir mastitis hastalığına karşı önlem alınırken, yapılacak aşılamalar ile yeni doğacak buzağıyı hastalıklara karşı koruyacak olan bağışıklık maddelerinin annede artması sağlanır.
Kuru Dönemde aynı zamanda laktasyon süresince tonlarca yemi içinde parçalayan, eriten ve sonra da sindiren işkembe ve diğer mide bölümleri de kendilerini yeni döneme hazırlamak amacıyla dinlendirirler ve onarırlar. Bu arada sindirimi sağlayan faydalı bakterilerin de yeterli sayıya ulaşmaları sağlanmış olur. Ayrıca kuru dönemde işkembe gelecek laktasyon için ineğin ihtiyaç duyduğu kesif yeme uyum sağlar. Kuru Dönem beslenmesinin esasını ana karnındaki yavrunun gelişmesini sağlamak ve inekleri şişmanlatmadan doğuma hazırlamak oluşturur. Bunun için de ineğe enerjisi yüksek yemler vermemek gerekir.
Kuru Dönem bakım ve beslenmesinin iyi olması doğum sonu ortaya çıkması olası hastalıklara da engel olur. Bu hastalıklar arasında güç doğum, döl tutmama, sonun atılamaması, ayakta arpalama (topallık), şirden(abomasum)’in yer değiştirmesi, ketozis, süt humması(doğum felci) ve karın şişmesi (asidozis) sayılabilir. Kuru Dönemin ilk 30 gününde ineğe sadece canlı ağırlığının %1’ i kadar büyük partiküllü kaba yem verilmelidir. Kurudaki ineğe sekiz kiloya kadar iyi kaliteli silaj verilebilir. Kalsiyumdan kesin olarak kaçınmak gerekir. Bu nedenle de, kurudaki ineğe yüksek kalsiyum içeren yonca verilmez.
Kurudaki ineklere fazla olmamak şartıyla saman verilebilir. Saman, işkembedeki faydalı bakterilere iyi geldiği gibi asidozisi de önler. Önemli bir konu da kuru dönemdeki inekleri, doğumdan sonra yiyeceği süt yemine aşamalı olarak alıştırmaktır. Bunun için, azdan başlanarak kuru dönem sonunda dört kiloya kadar çıkılabilir.
Kuru Dönemde rasyona A, D ve E vitaminleri ile selenyum ilave edilmelidir. Özellikle D3 vitamini çok önemlidir. Doğuma 15 gün kala ineğe yüksek dozda D3 vitamini verilmelidir. D3 vitamini uterus kas kontraksiyonlarını arttırarak doğumun kolay olmasını ve sonun rahatlıkla atılabilmesini sağlar. Bu suretle buzağının yaşama gücü arttırılacağı gibi sonun atılamaması ve mastitis gibi doğum sonu hastalıklarının da önüne geçilmiş olur.
Memenin yenilenmesi, yeterli kolostrumun üretilebilmesi, buzağının gürbüz ve sağlıklı olması açısından kurudaki ineklere doğumdan önceki son üç haftada ağırlıklarının %1 i oranında kesif yem verilmelidir. Yüksek kondisyonlu yani aşırı şişman inekler daha az yem tüketir ve doğumdan sonra metabolik hastalıklara daha sık yakalanır. O nedenle kurudaki inekleri normal kondisyonda bulundurmak gerekir. Bunun için de yüksek kondisyonlu yani şişman inekler ayrı bir bölmeye alınarak enerjisi düşük yemlerle beslenmelidir. Rasyonun potasyum düzeyi %1 in üstüne çıkmamalıdır. Yüksek potasyum ve magnezyum oranları kalsiyum emilimini ya da kemiklerden kalsiyum mobilizasyonunu arttırarak doğumdan sonra ineklerde doğum felcinin ortaya çıkmasına neden olur.
15- Sütçü İneklerde Doğum ve Doğum Sonu Görülmesi Olası Hastalıklar
Doğum yapmak bir ineğin ya da düvenin hayatındaki en önemli olaydır. Doğum olayı ineklerde ve düvelerde çok büyük bir stres kaynağıdır. Hele düveler ilk kez doğum yapacakları için ineklerden daha fazla stres yaşarlar. Doğum olayı bir süt sığırcılığı işletmesinin sürekliliğini sağlayan en önemli unsurdur. Çünkü doğum sonucu bir buzağı dünyaya gelecek ve bu buzağı işletmeye ileride hem kendisi gibi bir buzağı verecek, hem de süt ve et üretecektir. Aslında ineklerin yılda bir buzağı doğurması arzu edilen bir husustur. Ancak bu çoğu kez mümkün olmayabilir. Bu bağlamda doğum sırasında ineğe yapılacak müdahale çok büyük bir önem taşır. Eğer doğum sırasında ineğe erken ya da yanlış bir müdahale yapılırsa rahimde oluşacak bir iltihap sonucu hayvan doğumdan sonra daha geç gebe kalır ve bu da bir yıl olarak arzu edilen buzağılama aralığını 13-14 aya kadar uzatır.
İneklerde doğumun normal olması biraz da kullanılan boğa spermasına bağlıdır. Güç doğum oranı düşük boğa spermalarının kullanılması ineğin normal doğum yapmasına neden olur. Özellikle ilk kez doğum yapacak düvelerde bu hususa dikkat etmek gerekir. Bazı ırklarda genetik olarak güç doğum az görülür. Yetiştiricilerin öncelikli olarak doğumun tarihini doğru tespit etmeleri gerekir. Bunun için de iyi bir kayıt sistemine ihtiyaç vardır. Yetiştiriciler ineğin son tohumlama tarihini kayıt edip basit olarak doğum zamanını tespit edebilirler. Ayrıca veteriner hekimleri rektal muayene ya da ultrason aracılığı ile gebeliğin dönemini ve doğum zamanını doğruya yakın olarak bulabilirler. İneğin doğum yapacağı gösterdiği çeşitli belirtilere bakılarak anlaşılabilir. Doğum yapacak inek genelde ayakta durur ve huzursuzdur. Ayrıca sağrısı çökmüş ve karnı sarkmıştır.
Memelerde belirgin bir büyüme ve süt akışı görülür. Gerek kayıt bulguları ve veteriner hekiminin tespiti gerekse bu belirtileri gösteren inekler özel bir doğum bölümüne alınırlar. Doğum bölümü diğer hayvanlardan uzakta, gürültüsüz ve sakin bir yer olmalıdır. Bölümün altına kalın bir sap altlık serilir. Doğum bölümünün kuru ve temiz olmasına dikkat edilmelidir. Böylece ineğin ve buzağının doğumdan sonra mikrop kapması önlenmiş olur. Doğumun başladığı ineğin arkasından yavru suyunun gelmesinden anlaşılır. Bir süre sonra buzağının ön ayakları görülür. Bu pozisyon normaldir ve ayaklar arasında buzağının başı yer alır. Buzağının arka ayaklarının çıkması da normal bir doğum pozisyonu olarak değerlendirilir. Ancak ön ayakların görülüp de başın görülmemesi ya da ayaklardan birinin görülüp ötekinin görülmemesi güç doğum olarak kabul edilir. Bu durumda baş ya da ayaklardan biri rahim içinde bükülmüş demektir. Böyle hallerde yetiştiriciler kesinlikle doğuma müdahale etmemeli, mutlaka bir veteriner hekimine haber vermelidir.
Buzağının yavru suları akıp da ön ya da arka ayaklarının görülmesi, yani normal doğum halinde en az bir saat müdahale edilmemeli ve doğumun kendiliğinden gerçekleşmesi beklenmelidir. Bazı yetiştiriciler ayakların dışarı çıktığını görünce hemen doğuma müdahale etmek isterler ve ayakları elle ya da bir ip vasıtasıyla tutup buzağıyı çekerler. Bu son derece yanlış ve sakıncalı bir uygulamadır. Bu esnada ellerinde ya da ipte bulunan mikroplarla ineğin üreme organına mikrop bulaştırıp iltihap oluşmasına neden olabilirler. Ayrıca, zorla çekme sırasında buzağının zarar görmesi ya da rahimde yırtılmalar ve kanamalar söz konusu olabilir. Bu sayede belki de canlı bir buzağı doğabilir ama ineğin sonraki gebelikleri tehlikeye girer. Bazen inek yavru sularının akmasından ve ayakların görülmesinden sonra geçen bir saat içinde doğum yapamayabilir. Bu durumun nedenleri arasında buzağının büyük olmasını, ineğin rahminin bulunduğu doğum kanalının darlığını, ineğin şişman olmasını, kanda kalsiyum ve potasyum gibi kimi minerallerin eksik olmasını sayabiliriz. Özellikle kalsiyum ve potasyum eksikliğinde rahim kasları yeterince kasılamadığından normal doğum gerçekleşmez. Bunun da nedeni kuru dönemde ineğin doğru olarak beslenmemesidir. İnek doğumundan itibaren geçen bir saat içerisinde doğum yapmadığı takdirde hiç vakit kaybetmeden bir veteriner hekimine haber verilmelidir.
Doğumdan sonra inekte görülmesi olası metabolizma hastalıklarının neredeyse tamamı kuru dönem beslemesinin doğru bir şekilde yapılıp yapılmadığı ve hayvanın vücut skoru ile ilgilidir. Eğer kuru dönemde inek gereğince beslenir ve şişmanlatılmaz ise doğum sonu ortaya çıkması olası hastalıkların çoğu görülmez. O nedenle ineklerin kuru dönemde iyi bir şekilde beslenmeleri şarttır. Sütçü ineklerde doğum sonu görülmesi olası hastalıklar arasında güç doğum, döl tutmama, sonun atılamaması, ayakta topallık, şirden (abomasum)’in yer değiştirmesi, ketozis, süt humması (doğum felci), meme iltihabı (mastitis), rahim iltihabı (metritis) ve karın şişmesi (asidozis) sayılabilir.
16- Buzağıların Bakımı ve Beslenmesi
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde buzağıların bakım ve beslenmesi çok önem arz etmektedir. Buzağı bir hayvancılık işletmesinin geleceğinin teminatıdır. Dişi buzağı ileride hayvancılık işletmesinin anaç materyalini oluşturacak ve süt üretiminin sürdürülebilirliğini sağlayacak olması nedeniyle büyük önem taşır. Erkek buzağı ise ileride besi materyalini oluşturacak ve karlılığın sürdürülebilirliğini sağlayacak olması nedeniyle işletmeye büyük bir katkı sağlar. Bir buzağının yaşam süreci doğumla başlar. Buzağıyı yaşatmanın ilk yolu ineğin doğumuna gereksiz yere müdahale etmemektir. Bir gebe ineğin rahim suları aktıktan sonra doğumunu yapması için en az bir saate ihtiyacı vardır. İlk doğumunu yapacak düvelerde bu süre iki saate kadar uzar. O nedenle, bu sürelerden önce doğuma yapılacak müdahale ileride onarılması güç sorunlar doğurur, hatta buzağının anne karnında ölmesine bile yol açar. Ancak bu sürelerden sonra hayvan kendi başına doğum yapamazsa bir veteriner hekimine müracaat edilmelidir.
İkinci yapılacak iş buzağının kuru ve temiz bir ortama doğmasının sağlanmasıdır. Bunun için de diğer hayvanlardan uzakta oluşturulacak doğum bölmesinin tabanına kuru ve temiz bir altlık serilmesi gerekir. Buzağıların hijyenik koşullarda doğmaları ileride sağlıklı olmaları ve dolayısıyla yaşamaları açısından son derece önemlidir. Çünkü yeni doğan buzağılar mikroplara karşı dirençsizdirler. Doğumdan sonra buzağının ölümüne neden olan başlıca iki önemli hastalık vardır. Bunlardan biri ishal diğeri de öksürüktür.
İshal buzağılarda en fazla ölüme neden olan bir hastalıktır. Ölüm genellikle aşırı su kaybından olur. İshale karşı doğumdan önce anneye aşı, doğumdan sonra da buzağıya antiserum uygulanmak suretiyle koruyucu önlem alınır. Öksürük ise daha çok stresten ve buzağının havasız kapalı yerlerde bulundurulmasından dolayı oluşur. Stresten sonra zayıflayan vücuda önce viruslar, sonra da bakteriler girerek buzağıyı hastalandırırlar. Öksürüğün tedavisi olumsuz koşullar ortadan kaldırılmadığı sürece zordur.
Doğdukları yer ve ortam hijyenik olmazsa özellikle göbek kordonu yoluyla aldıkları mikroplar buzağıların yaşama şanslarını azaltabilir. Göbek kordonu gebelik sırasında yavru ile anne arasındaki gaz ve madde alış verişini sağlayan önemli bir organdır. Göbek kordonu doğum sırasında kopar ve eğer müdahale edilmezse yaklaşık iki üç gün içinde kuruyarak kapanır. Ancak bu arada çevrede bulunan mikroplar göbek kordonu vasıtasıyla buzağının vücuduna girerek göbek iltihabı başta olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açabilirler. Daha da kötüsü bu mikropların kana karışması buzağıların ölmelerine bile neden olabilir. O nedenle buzağı doğar doğmaz göbek kordonu temiz bir ip ile bağlanıp fazlalıkları kesilmeli, oluşacak boşluk iyotlu solusyonlarla doldurulup mikroplardan arındırılmalıdır. Yeni doğan buzağının burnundaki sıvılar rahat hava almasını sağlamak amacıyla süratle uzaklaştırılmalı ve buzağı temiz bir havlu ile iyice kurulanmalıdır.
Aslında en doğru ve doğal olanı buzağıyı annesinin yanından bir saat süreyle ayırmamak ve annesi tarafından yalanarak kurutulmasına izin vermektir. Bu suretle anne dilinin sağladığı masaj etkisi ile buzağının derisi altındaki yağlar erir ve henüz gıda almadığı için enerjisi olmayan buzağıya özellikle ayağa kalkması için gerekli olan enerji sağlanmış olur. Buzağı ilk iki üç saat annesi ile beraber kaldıktan sonra ayrılmalı ve bireysel kulübelere konulmalıdır. Bu kulübelerin tabanına kuru ve temiz altlık serilmelidir. Kulübeler, buzağıların bir biri ile temas etmeyeceği uzaklıkta olmalı ve buzağılar hava cereyanına maruz kalmayacak biçimde konumlandırılmalıdır. Çevre ısısı 10 santigrad derecenin altına düştüğünde buzağılar battaniye örtmek ya da üstten yapay olarak ısıtmak suretiyle korunmalıdır. Ayrıca çevreden bulaşabilecek mikroplara karşı biyogüvenlik önlemleri alınmalıdır.
Buzağılara doğdukları ilk gün septiserum, Vit E ve selenyum iğneleri yapılmalıdır. Ağız sütünün, buzağının doğumdan sonra yaşaması bakımından çok büyük bir önemi vardır. Bilindiği gibi kolostrum yani ağız sütü içinde taşıdığı mikrop öldürücü maddeler ile 15. güne kadar kendi vücut bağışıklığı oluşmayan buzağıyı öldürücü ishal hastalığından korumak için inek tarafından üretilen çok önemli bir gıda maddesidir. Buzağıya verilecek kolostrumun miktarı konusunda çeşitli rakamlar olmakla birlikte en iyisi ilk on iki saat içinde en az 4 litre yüksek kaliteli kolostrum emzirmek ya da biberonla içirmek suretiyle vermektir. Daha sonraki iki günde ise buzağılara canlı ağırlıklarının %10 u oranında ağız sütü içirilmelidir. Burada kolostrumun soğuk olmamasına, emecekse ineğin memelerinin, dışarıdan verilecekse biberonun emzik kısmının temiz olmasına ve biberonun 40 derecelik bir açı ile tutulmasına özen gösterilmelidir Buzağıların beslenmesi, onların gelişimi ve ilerleyen yaşlardaki süt, et ve döl verimleri için büyük bir önem taşır.
Buzağılık dönemi doğumdan 6. aya kadar olan dönemdir. Bu dönem beslenme açısından 0-2 ay ve 2-6 ay olmak üzere iki bölüme ayrılabilir. İlk iki aylık dönem buzağının hayata tutunabilmesi, büyümesi, gelişmesi ve rumen oluşumunun tamamlanması için gerekli olan süresidir. Bu dönemde üç günlük ağız sütünden sonra buzağılara her gün ağırlıklarının %10 u kadar tam yağlı anne sütü temiz ve mikropsuz biberon ya da emzikli kova vasıtasıyla verilmelidir. Bu arada içirilecek sütün annenin vücut ısısında olmasına özen gösterilmelidir. Ayrıca 0-2 aylık buzağılara üç günlükten itibaren buzağı başlangıç yemi ile kaliteli kaba yem karma olarak yedirilebilir. Buradaki oran % 90 buzağı büyütme yemi, %10 kaliteli kaba yem şeklinde olmalıdır. Ayrıca yeşil yemler taze olarak değil de güneşte soldurulduktan sonra yedirilmelidir. Çünkü taze yeşil yemler buzağıda ishale neden olur. Bu dönemde buzağılara temiz ve bol su içirilmelidir.
Buzağılar iki aylık olunca sütten kesilebilir. Ancak bunu yaparken sütün içirilmesi birden bırakılmamalı, buzağı başlangıç yemi ile kademeli olarak azaltılıp öyle kesilmelidir. 2-6 aylık dönemde rumen gelişimi tamamlandığı için sütten kesilmiş buzağılara yiyebilecekleri kadar buzağı büyütme yemi ile kaliteli kuru ot ve mısır silajı verilebilir. Buzağıların yaşamlarında annelerinin kuru dönem beslenmesinin çok büyük bir önemi vardır. Buzağılar vücut ağılıklarının yaklaşık % 60-70 ini doğmadan önceki son iki üç ayda elde ederler ki bu da hemen hemen annenin kuruya ayrıldığı döneme denk gelir. Eğer gebe inekler kuru dönemde gereğince beslenmezlerse zayıf doğan buzağı yeni girdiği çevre koşullarına ve hastalıklara karşı dayanıksız hale gelir ve yaşama şansı azalır. Yine kuru dönemde aşırı şekilde proteinle beslenerek şişmanlatılan ineklerde güç doğum olasılığı artar ve sonuçta buzağı doğmadan ölmüş olur. Bu nedenlerle, kuru dönemde inekler usulüne uygun olarak beslenmeli ve şişmanlatılmamalıdır.
17- Sütçü ineklerde Lohusalık Dönemi
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde Lohusalık döneminde inek bir yandan çok büyük bir stres altındadır, bir yandan da yüksek miktarda süt üretir. O nedenle lohusa inek önemli ölçüde enerji kaybeder. Bunun yanında da vitamin, mineral ve amino asit kayıpları yaşar. Süt üretimi için harcanan bu kayıpların mutlaka telafi edilmesi ve ineğe bol miktarda vitamin ve mineral içeren kaliteli yeşil ya da iyi kurutulmuş kaba yemler ve kaliteli silaj verilmesi, ayrıca da takviye olarak vitamin, mineral ve amino asit içeren sıvılar içirilmesi gerekir. Ancak tüm bunları yaparken ineğin şişmanlatılmaması daha doğrusu vücut kondisyon skorunun 3.0- 3.5 değerleri arasında tutulması şarttır.
Lohusalık döneminde gebelik nedeniyle aşırı ölçüde genişleyen rahim yeniden eski haline gelir. Bu geriye dönüş süreci 25-30 gün sürer. Bu süre boyunca sadece rahim küçülmekle kalmaz, aynı zamanda rahim hücrelerinde bir yenilenme ve gebelikte oluşan zararlı rahim içeriğinin ve mikropların atılması olayı da gerçekleşmiş olur. Lohusalıkta ortaya çıkan enerji kaybı nedeniyle üreme hormonlarının salgılanmasında da aksaklıklar görülebilir. Bu nedenle lohusalık boyunca kızgınlık ya hiç görülmez ya da görülse de belirti göstermez. Ama genel olarak doğumdan sonraki 25. günde kızgınlık görülme ihtimali yüksektir. Ancak bu ilk kızgınlık belirgin olarak görülse dahi hayvan tohumlanmaz. Çünkü, rahim henüz gebeliğin oluşmasına uygun bir duruma gelmemiştir. Ancak bu kızgınlık gözlenmeli ve kayıt altına alınmalıdır. Bunun yararı doğumdan sonra görülecek ikinci kızgınlığın zamanının tespitinde görülür. Asıl tohumlama rahmin eski haline döndüğü, enerji eksikliğinin azaldığı ikinci kızgınlıkta yapılmalıdır. İneğe lohusalık döneminde çok büyük bir özen gösterilmelidir. Çünkü doğum sırasında büyük bir hormonal baskı altıda kalan ineğin bağışıklık
sistemi ve metabolizması çökmüştür. Ayrıca doğum sonucu açılan genital kanal yoluyla mikropların rahime girişi kolaylaşır. Hele doğumdan hemen sonra başlayan yüksek süt verimi ineğin büyük oranda enerji sarf etmesine neden olur.
Öte yandan, kuru dönem beslemesi iyi yapılamayan ineklerde çok sayıda hastalık ortaya çıkar. Tüm bu nedenlerden dolayı lohusa inekler enerjisi yüksek kaliteli kaba yemler ve kesif yemlerle beslenmelidir. Ancak bunu yaparken ineğin şişmanlamasına izin verilmemelidir. Şişman ineklerdeki yağlanma hormonal faaliyetlerde azalmaya neden olur. Loğusa inekler dış mikroplara karşı hassas olduklarından ahırda dezenfeksiyona önem verilmeli ve koruyucu aşılamalar bu dönemde yapılmalıdır. Doğum sonu ortaya çıkması olası hastalıklardan biri olan sonun atılamaması ineğin kuru dönem beslenmesinin iyi olmamasından ve başta brusella olmak üzere kimi enfeksiyon hastalıklarından kaynaklanır. Doğum yapan ineğin sonunu ilk sekiz saatte atması gerekir. Eğer bu süre içerisinde inek sonunu atmazsa bir Veteriner Hekime başvurulmalıdır.
Doğum sonrasında görülen asidozis, ketozis, doğum humması gibi metabolizma hastalıklar rumen hareketlerini ve geviş getirmeyi yavaşlatarak ineğin yemden yararlanmasını azaltır ve doğal olarak süt verimini düşürür. Geviş getirmek inekler için son derece önemli fizyolojik bir faaliyettir. Sağlıklı inekler günün yaklaşık %82’sini yatarak, bu sürenin yaklaşık yarısını da geviş getirerek geçirirler. Ayakta duran ve geviş getirmeyen ineklerde mutlaka bir metabolik hastalık var demektir. Aynı şekilde laminitis denilen ayak hastalığı ve mastitis denilen meme iltihabı da doğumdan sonra sık rastlanan hastalıklardandır. Özellikle mastitis doğrudan süt verimini ilgilendirdiği için işletme açısından büyük bir önem taşır. Mastitiste korunma çok önemlidir. Memeler bir kez hastalandıktan sonra tedavileri uzun sürer, pahalıya mal olur ve çoğu kez de tedaviden olumlu sonuç alınmayabilir. Onun için elle ya da makine ile yapılan sağımda temizliğe çok dikkat edilmelidir. Sağımdan önce memeler ıslak havlularla silindikten sonra iyice kurulanmalı ve meme uçları mutlaka ilk daldırma adı verilen antiseptik solusyona batırılmalıdır. Meme başında mikrop girişini engelleyen iki mekanizma vardır. Bunlardan birisi meme başını büzen ve sadece emme ya da sağım sırasında açılan büzücü kas sistemi diğeri de meme ucu deliğini tıkayan keratin tıkaçtır.
Emme ya da sağım sırasında ineğin salgıladığı oksitosin hormonu büzücü kasları gevşeterek meme ucu deliğini açar, keratin tıkaç ta bu esnada erir. Sağımdan sonra keratin tıkacın tekrar oluşması yaklaşık yarım saatlik bir süre alır. Bu nedenle ineklerin memesini sağımdan sonra meme ucunu bir zar gibi kaplayarak mikrop girişini engelleyen ikinci bir daldırma sıvısına batırmak gerekir. Bu zar deliği kapayarak yarım saat içinde meme ucundan mikrop girişini engeller. Bir başka önlem olarak da, sağımdan hemen sonra ineklere yem verilmeli, bu suretle ayakta kalıp memelerinin gaita ile bulaşması önlenmelidir.
Lohusalıkta ortaya çıkan sorunların en önemlilerinden birisi de döl tutmama sorunudur. Doğumla birlikte dış etkilere açık hale gelen genital kanala mikropların girişi ve rahimin iltihaplanması kolaylaşır. Rahimi iltihaplı olan inekler başarılı olarak tohumlansalar bile oluşacak embriyo iltihaplı rahime tutunamayacağından gebelik meydana gelmez. Ayrıca lohusalıkta ineğin enerjisinin büyük bir bölümünü artan süt verimi için harcamasından dolayı ortaya çıkan enerji eksikliği de hormonal yapıyı bozarak gebeliği engeller. İki üç kızgınlıkta tohumlanıp gebe kalmayan ineklerde iki gebelik arası süre uzayacağından yılda bir yavru alınamaz ve bunun sonucunda da işletmede karlılık azalır. Ülkemizde bu nedenle her yıl bir yavru değil üç yılda iki yavru ancak alınabilmektedir.
18- Düvelerin Bakımı ve Beslenmesi
Düve adaylarına iyi bakım ve düvelerin beslemesi olanaklarının sağlanması, onların gebe kalmalarını ve inek oldukları zamanki süt verimlerini olumlu yönde etkiler. Düve adaylarının bakım ve beslenmelerindeki temel ilke, barınak konforunun iyi olması ve çok yem yiyip kilo almamalarıdır.
Dişi buzağılar 6 aylık olduklarında bulundukları kulübelerden alınır ve topluca tutulacakları özel bölmelere konulur. Bu bölmelerin kuru ve temiz olması şarttır. Açık ya da kapalı ahırlarda düvelerin temiz hava almaları, bol ve temiz su içmeleri ve güneş ışığından azami ölçüde yararlanmaları çok büyük bir önem taşır. Düveler bu bölmelerde yaş ve canlı ağırlık bakımından dengeli bir şekilde barındırılmalıdır. Eğer yaşlı ve vücut ağırlığı fazla düvelerle daha genç ve vücut ağırlığı az düveler bir araya konulursa aralarında sosyal sorunlar ortaya çıkar ve ağır düveler hafif düveleri ezerek onların yeterince yem yemesine engel olur. Böylece büyük düveler fazla yem yedikleri için şişmanlarken, küçük düveler yeterince yem yiyemedikleri için zayıf kalırlar. Düvelere uygulanacak dengeli beslenme ile günlük canlı ağırlık artışları kontrol altında tutulmalıdır. Örneğin Holştayn bir düve 6 aylıktan gebeliğin son iki ayına kadar günde 600-700 gram canlı ağırlık kazanacak şekilde beslenmelidir. Böylece düve ne şişmanlayacak ne zayıflayacak, ortalama bir vücut kondisyonunda bulunacaktır. Düvenin şişmanlaması uterusunun ve memesinin yağlanmasına yol açacağından buzağı ve süt verimini olumsuz olarak etkileyecektir. Öte yandan aşırı kilolu düvelerde kızgınlığın erken oluşması sonucu yumurtalık kistleri meydana gelir ki bu da döl tutma sorununa yol açar.
Dengeli beslemenin temel koşulu düvelere aşırı miktarda enerji içeren kaba yemlerin ve mısır silajının verilmemesidir. Bu da, günlük rasyonda mısır silajı ve baklagil otlarının enerji, protein ve mineral dengelerinin özel olarak ayarlanması suretiyle olur. Bu amaçla damızlık düvelere günde 4-7 kilogram mısır silajı, 2-3 kilogram kuru ot ya da saman, 1-1.5 kilogram düve yemi verilmelidir. Meradan yararlanan düvelere az miktarda kuru ot ve düve yemi takviyesi yapılmalıdır. Düvelerde sıfat ya da gebe kalma çağı konusunda değişik görüşler ve tanımlamalar mevcuttur. En başta dikkat edilmesi gereken husus düvenin iki yaşından yani 24 aylıktan önce doğum yapmamasıdır. Bunun içinde düvenin 15 aylıkken tohumlanması ya da çiftleştirilmesi arzu edilir. Aşırı besleme ile bu süre 13 aylığa kadar indirilebilirse de kanımca buna gerek yoktur. Düvelerin tohumlanması ya da gebe bırakılması çağı olarak diğer bir ölçüt de vücut ağırlığıdır. Düvelerde bu konudaki uygun ağırlığın 370-400 kilogram arasında olması arzu edilmekle birlikte asıl ölçü olan ergin ağırlıklarının %45-50’ sine ulaşmış olmaları daha doğrudur. Ayrıca 127 santimetrelik sağrı yüksekliği ve 122 santimetrelik cidago yüksekliği de gebe bırakmada ölçü olarak kabul edilmektedir. Bunun için de düvelerin üç ayda bir tartılmaları, cidago ve sağrı yüksekliklerinin ölçülmeleri gereklidir. Düvelerde kızgınlık ineklere göre daha az sürer ve belirtileri daha hafiftir.
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde düvelerin, ilk kez doğum yapacakları için güç doğum olayı ile karşılaşma olasılıkları daha yüksektir. Bu nedenle tohumlanacak düvelerde güç doğum ihtimali düşük boğaların spermaları kullanılmalıdır. Yine de oluşabilecek güç doğumlarda hayvan sahiplerinin ya da bakıcıları doğuma erkenden müdahale etmemeleri gerekir. Aksi takdirde doğum esnasında buzağının ölmesi ve doğumdan sonra oluşacak rahim iltihabı nedeniyle döl tutmama sorunu ortaya çıkabilir. O yüzden düve doğumlarına özel bir önem vermek ve en ufak bir aksaklıkta veteriner hekimine başvurmak gerekir. Düveleri başarılı bir şekilde gebe bırakabilmek için kızgınlıklarını iyi takip etmek ve tohumlama zamanını iyi tayin etmek gerekir. Düvelerde kızgınlık belirtileri inekler kadar belirgin değildir.
Düvelerdeki en önemli kızgınlık belirtisi başka düveler ya da inekler üzerine atladığında kaçmaması yani atlamaya izin vermesidir. Bu davranışı gösteren bir düve mutlaka kızgın demektir ve hiç vakit kaybetmeden bir veteriner hekimine müracaat etmek gerekir. Düvelerde kızgınlık süresi de kısa olduğundan tohumlama en geç 3-4 saat içinde yapılmalıdır.
19- Sütçü İneklerde Gebe Bırakma Dönemi
Süt sığırcılığında sürü yönetimi ilkelerinde ineklerin gebe bırakma dönemleri de büyük önem arz etmektedir. İneklerin yaşamında kuru dönem de dahil olmak üzere 280 günlük gebelik dönemi ve 45 günlük lohusalık döneminden sonra yılda bir yavru elde etmek için geriye yaklaşık 85 günlük bir süre daha kalır ki bu döneme Gebe Bırakma Dönemi ya da Servis Periyodu adı verilir. İneklerin doğumdan sonra en erken zamanda gebe kalmaları arzu edilir. Çünkü gebe kalmadıkları her gün yetiştiriciye 7 dolara mal olmaktadır.
Lohusalık döneminde ineklerde kızgınlık oluşabilir ancak yüksek süt verimi nedeniyle gizli kalır. Zaten kızgınlık açıkça görülse bile lohusalık döneminde uterus henüz normal hale dönmediği için inek tohumlansa da gebe kalmaz. O nedenle, ineği gebe bırakma işlemi lohusalıktan sonraki yaklaşık iki aylık gerçekleştirilmelidir. Kızgınlığın görülmesini ve tohumlamanın erken dönemde yapılmasını sağlayan kimi hormonlar pratikte kullanılmaktadır. Hormonlar kullanıldığı zaman, doğumdan sonra görülecek ikinci kızgınlıkta yani 45 gün içerisinde inek gebe bırakılabilir. Servis periyodunun yani ineğin doğumdan sonra gebe bırakılacağı dönemin uzaması iki gebelik arası sürenin ya da buzağılama aralığının da uzamasına dolayısıyla yılda bir buzağı alınamamasına neden olur. Bu yüzden ideal süresi 85 gün olan bu dönemde ineğin mutlaka gebe bırakılması gerekir. Bunun için de kızgınlıkların çok iyi takip edilmesi, tohumlamanın zamanında yapılması şarttır. Süt sığırcılığı işletmelerinde temel amacın süt üretmek olduğu ancak bunun yavru varsa mümkün olabileceğini bilinen bir gerçektir. İşte süt veriminin aracı olan yavrunun elde edilmesi de tohumlama ya da çiftleşme ile mümkün olabilir.
Günümüzde artık neredeyse her işletmede kullanılan sun’i tohumlamanın başarılı olmasının yani ineğin gebe kalmasının tek koşulu kızgınlığın doğru tespiti ve tohumlamanın zamanında yapılmasıdır. İneklerde kızgınlık diğer hayvan türlerine göre çok kısa sürer. Yani inek tohumlanmaz ya da tohumlanır da gebe kalmazsa her 21 günde bir kızgınlık gösterir ve kızgınlık süresi ortalama 18 saat devam eder. Gebelik dikkate alındığında inekler kızgınlık yönünden şanssız hayvanlardır. Bir kere normalde kızgınlık süresi kısadır. İşin kötüsü süt verimi arttıkça bu süre daha da kısalır ve 4 saate kadar düşer. İneklerde kızgınlığın tespitindeki diğer önemli bir zorluk da kızgınlığın diğer tüm organ faaliyetlerinin yavaşladığı gece yarısından sabaha kadar olan zaman diliminde gerçekleşmesidir. Bu durum gözlem suretiyle yapılacak kızgınlık tespitini zorlaştırır. Tüm bu sakıncalara rağmen ineklerin serbest dolaşımlı ahırlarda bakılmaya başlanması ile kızgınlık tespiti bir hayli kolaylaşmıştır. Bağlamalı sistemde inekler kızgınlığın en önemli belirtisi olan atlama refleksini gösteremezler. Oysa serbest dolaşımlı sistemde biri birinin üzerine kolaylıkla atlayarak kızgın olduklarını belli ederler. İneklerde kızgınlığın en önemli belirtisi kızgın ineklerin biri birinin üzerine atlamasıdır. Bu esnada atlayan inek şüpheli üstüne atlandığında kaçmayarak atlamaya izin veren inek ise kesin kızgın sayılır. Bu eylemden yola çıkarak kızgınlık tespit yöntemleri geliştirilmiştir.
Özellikle A.B.D’de sıkça başvurulan yönteme göre kayıtlara bakılarak kızgınlığının yaklaşmakta olduğu saptanan ineklerin kuyruk sokumunun üzerine yani sağrı bölgesine özel boyalar sürülür. Sabah boyalı inekler incelediğinde boyası silinmiş olanlar kızgın kabul edilir. Boyanın silinmesi başka bir ineğin atladığı ve kızgın ineğin de kaçmadığı anlamını taşır. Ayrıca ineklerin ayaklarına takılan adım sayıcı ya da podometre ile hareketleri kontrol edilir ve normalden daha fazla hareket eden inekler yetiştiricinin ya da veteriner hekiminin cep telefonlarına gelen uyarılarla kızgınlık şüphelisi olarak bildirilir. Kızgınlığı bu yöntemlerle saptanan inekler hemen sürüden ayrılmalı ve tohumlaması yapılmak üzere Veteriner Hekimine haber verilmelidir. Bu yöntemlerin dışında ineğin vulvasının şişkin ve kızarık olması, vulva dudakları arasından berrak, temiz, ipliksi bir servikal akıntının gelmesi, ineğin böğürmesi, sütünü ve yemini azaltması, sinirli olması, daha az geviş getirmesi, sürekli ayakta durması, başka inekleri yalaması gibi belirtiler de kızgınlığın tespiti adına gözlem yoluyla ortaya konabilecek hususlardır.
İneklerin kızgınlığını tespit edecek olanlar hayvan sahipleri ve bakıcılardır. O nedenle hayvan sahipleri ve bakıcıların bu konuda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmaları gerekir. Bu konuda özellikle hayvanlara bakan kadınlara büyük görev düşmektedir. Onun için kadınlar başta olmak üzere hayvan sahiplerinin ve bakıcıların mutlaka kızgınlığın tespiti konusunda eğitilmeleri gerekir.