Cumhuriyetin Işığında Veteriner Hekimlik, 9 Aralık Uluslararası Veteriner Hekimlik Günü’ne ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına ithafen, bu özel ve anlamlı söyleşiyi gerçekleştiriyoruz. Söyleşiyi gerçekleştiren Zeynep Özrendeci, Mainz Üniversitesi’nde viral RNA modifikasyonları üzerine doktora yapmakta olup devletin yurt dışına yükseköğrenime gönderdiği resmi bursiyerlerdendir. Kendisi, bilimsel araştırmalarının yanı sıra milli bilinç ve eğitimin önemine dair bağımsız gönüllü çalışmalar gerçekleştirmektedir. Söyleşi konuğumuz Prof. Dr. Hazım Gökçen ise, veteriner hekimlik alanında uzman ve mesleğinin milli tarihine vakıf bir bilim insanıdır. Kendisi bu söyleşide Cumhuriyet dönemi veteriner hekimliği tarihine dair zengin bilgi birikimi ve deneyimleriyle bizlere eşsiz bir perspektif sunacak:
ZÖ: Öncelikle söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür eder, alanında uzman olmanın yanı sıra mesleğinin milli tarihine vakıf bir bilim insanı olmanız sebebiyle sizi kutlarım. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Hazım Gökçen: Niğde Ulukışla’da doğdum ve 1970’te Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden mezun oldum. Kariyerime aynı fakültede asistan olarak başladım ve zamanla doçent, sonra da profesör oldum. Uludağ Üniversitesi’nde dekanlık ve çeşitli yöneticilik görevleri üstlendim. Kariyerim boyunca Ankara, Elazığ, Konya ve Bursa’daki üniversitelerde ders verdim, doktora ve uzmanlık öğrencilerine danışmanlık yaptım. Almanya ve ABD’de araştırma ve eğitim verme fırsatları buldum. Veteriner hekimlik ve hayvancılık konusunda çok sayıda yayınım ve TV programım var. Ayrıca, Türk sanat müziği ile ilgileniyorum ve çeşitli sosyal ve kültürel derneklerde aktif rol alıyorum. Şu anda Bursa’da yaşıyor, ud çalıyor ve şiir yazıyorum.
ZÖ: Bloğunuzda veteriner hekimliği „Kendini Arayan Kadim Meslek“ olarak tanımlıyorsunuz. Bu kadim mesleğin Genç Cumhuriyetin inşasındaki önemini nasıl anlatırsınız?
Hazım Gökçen: Kadim deyimi Osmanlıcada “Başlangıcı geçmişin derinliğinde bulunan, uzun zamanlardan beri var olan“ anlamına gelir. Ben yazılarımın çoğunda “Kökü tarihin derinliklerine kadar uzanan, geçmişi şan ve şereflerle dolu kutsal mesleğimiz” sözünü kullanırım. Bu sözün ilk bölümü yukarıda da değindiğim gibi veteriner hekimliğin kadim bir meslek olduğunu tanımlar. Dünyada veteriner hekimliği mesleğinin evcilleştirme ile başladığı; büyücülük, ocakçılık ve ampriklikle devam ettiği, 1762 yılında Lyon’da dünyanın ilk veteriner fakültesinin kurulmasıyla birlikte bilimsel bir boyuta evrildiği tarihçiler tarafından bildirilmektedir. Türkiye’de ilk veteriner hekimliği öğretimi Avrupa’dan 80 yıl sonra yani 1842 yılında İstanbul’daki Süvari Okuluna bir veteriner sınıfı ilave edilmesiyle başlamıştır. O yıllarda Osmanlıda sadece mühendis mektebi, tıbbiye, mülkiye ve harbiye vardı. Batılı anlamdaki Darülfünun bile veteriner öğretiminin başlamasından sonra kurulmuştur. Türkiye’de veteriner hekimliği öğretimi ve aydınlanma süreci eş zamanlı olarak başlamıştır. Osman Bahadır “Osmanlılardan Cumhuriyete Bilim” adlı kitabında Türk Veteriner Hekimliği hakkında şu ifadeleri kullanmaktadır:. “Osmanlılarda bilim, bilimsel düşünce ve metot esas olarak matbaanın kuruluşundan sonra 18.Yüzyılda tıbbiye, harbiye, baytariye (veteriner), mülkiye, mühendis mekteplerinin ve Darülfünun’un kurulmasıyla doğmuş ve gelişmeye başlamıştır. Bilimsel ve daha sonra da modern siyasal düşüncenin doğuşu ve yayılışı, bu okulların etkisiyle ve mensuplarının kitleselleşmesiyle birlikte gitmiştir. ”İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 1943 yılında söylediği“ Öğrenmenin ilk çağlarından beri tetkik şevkiyle veteriner mesleğinin genişliğini hissetmiştim. Görüşüm arttıkça millet kültürü ve fende, millet varlığı içinde veterinerin büyük rolünü anlayışla kavradım. Bu mesleğin imkanlarının ve salahiyetlerinin artması için kudretim yettikçe yardım etmeye çalıştım. Veteriner konusunu vatandaşlarımın benim anladığım gibi anlamalarını isterim. Milletin fende kalkınması ve gelişmesi için veteriner başrol sahibi olanlardandır. Biyoloji veterinerin himmeti ile ufuklarını genişletebilir. Birçok hekimlik meselelerini halletmek önce hayvanlar üzerinde araştırma yapmakla mümkün olur. Denilebilir ki insan hekimliği veteriner hekimlik yanında okyanusa karşı bir iç deniz gibidir“ sözü de aynı anlama gelmektedir. İstiklal Marşımızın yazarı milli şair Veteriner Hekim Mehmet Akif Ersoy “Bir tecrübe etsen senin de aklın yatar / Bize insan hekiminden daha lazım baytar (veteriner)” demiştir. Kurtuluş Savaşının en kritik günlerinde top arabalarını çeken öküzlerin sığır vebasından ölmesini engelleyen meslektaşlarımızı Mareşal Fevzi Çakmak, “Türk veteriner hekimleri olmasaydı istiklalimizi kazanamayacaktık” diyerek takdir etmiştir.
ZÖ: Modern biyoteknolojiye dair Erken Cumhuriyet Dönemi´nde yaşanan gelişmelerden söz edebilir misiniz?
Hazım Gökçen: Erken Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de uygulanan tek ve en önemli biyoteknolojik yöntem suni tohumlamadır. Bilim tarihçilerince dünyanın ilk biyoteknolojik uygulaması olarak nitelenen suni tohumlama Rusya’dan sonra ikinci ülke olarak Türkiye’de başlatılmıştır. Suni tohumlama, erkek hayvandan özel teknikle alınan spermanın ya olduğu gibi yani taze olarak, ya uygun sulandırıcılarla sulandırılıp hacmi artırılarak ya da payet denilen mikro pipetler içinde sıvı azot buharında dondurulup -179 derecedeki sıvı azot içerisinde saklanıp çözdürülmek suretiyle ve yine özel teknikler kullanılarak dişi hayvanın uterusuna (rahmine) verilmesi tekniğidir. Bu teknik dünyada ilk olarak Bolşevikler döneminde Rusya’daki çiftliklerde uygulanmaya başlamıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra, 1. İktisat Kongresinde alınan hayvanların ıslahı kararını uygulamak için girişimlere başlayan Türkiye sıkı ilişkiler içinde olduğu Rusya ile de temasa geçmiştir. Bu amaçla, 1925 yılında dönemin Tarım Bakanı Sabri Toprak Rusya’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyaret sırasında çiftliklerde suni tohumlama uygulamasını gören Toprak, bu tekniğin Türkiye’ye getirilmesi için bir uzmanın görevlendirilmesini yetkililerden rica etmiştir. Bunun üzerine Mihailof adlı bir uzman 1926 yılında Türkiye’ye gelerek Türk veteriner hekimlerine kurslar vermiş ve bu tekniği öğretmiştir. Bu arada daha sonra tekrar bahsedeceğim üç veteriner hekim Rusya’ya giderek suni tohumlama konusunda ihtisas yapmıştır. Suni tohumlama başlangıçta atlarda ve koyunlarda sınırlı olarak uygulanmış ancak daha sonra hayata geçirilen hayvan ıslahı projelerinde yaygın olarak kullanılmıştır. Suni tohumlamanın asıl yaygınlaşması 1950 yılında başlatılan halk hayvanlarının ıslahı alanında olmuştur. Bugün donmuş sperma kullanılarak yapılan sığır suni tohumlaması Türkiye’nin her bölgesinde yaygın olarak uygulanmaktadır.
ZÖ: Atatürk´ün Türk veteriner hekimliği ve hayvancılığın gelişmesi adına yaptığı çalışmalardan ve bu konudaki motivasyonundan bahsedebilir misiniz?
Hazım Gökçen: Cumhuriyetten önce Osmanlı İmparatorluğu döneminde hayvan ıslahı alanında her hangi bir çalışması mevcut değildi. Cumhuriyet dönemi her alanda olduğu gibi hayvancılık alanında da büyük atılımların yaşandığı bir dönem olmuştur. Dönemin son derece kıt bütçe olanaklarına rağmen 1925’te Karacabey’deki çiftlik hara haline dönüştürülmüş, izleyen 10 yıl içerisinde ise Çifteler, Konya ve Çukurova Haraları kurulmuştur. 1925 yılında Avusturya’dan ithal edilen Montofon ırkı boğa ve inekler Karacabey Harasına getirilerek gerek kendi aralarında saf olarak yetiştirilmişler gerekse Bursa-Balıkesir Bölgelerinin yerli sığırı olan boz ırk ile çevirme melezlemesi yöntemiyle ve suni tohumlama kullanılarak çiftleştirilmişlerdir. Bu sayede sonradan Karacabey Esmer Irkı olarak da adlandırılan ve Türkiye koşullarına tam uyum sağlamış bir ırk elde edilmiştir. Sığır ıslah çalışmalarına 1935’te Avusturya’dan, 1947’de İsviçre’den ithal edilen damızlık boğa ve ineklerle devam edilmiştir. Sığırcılık alanında olduğu gibi koyunculuk alanında da ıslah çalışmaları Cumhuriyetle birlikte yoğunluk kazanmıştır. Aslında Cumhuriyetten önce, 1843 yılında İspanya’dan tarak yapağısı Merinos koyunları ithal edilerek daha sonra Karacabey harasına dönüşecek olan Bursa’daki Mihalıç Çiftliğinde saf olarak yetiştirilmiş ve oldukça da önemli bir sayıya ulaşılmıştı. İşin garip yanı yıllar önce padişahın hediye olarak İspanya’ya gönderdiği Merinos koyunlarını yıllar sonra ithal etmek zorunda kalmamızdır. Bu merinos koyunlarının yapağısı ile Feshane’deki fabrikada ordunun ihtiyacını karşılamak üzere kalın kumaşlar üretilmiştir. Ancak Cumhuriyetten sonra kurulan yünlü dokuma sanayinin dokumaya elverişli ince yapağı ihtiyacını yurt içi kaynaklardan sağlamak amacıyla 1933 yılında Almanya’dan çeşitli partiler halinde Alman Et-Yapağı Merinosları ithal edilmiş ve Bursa-Balıkesir Bölgelerindeki yerli kıvırcık koyunları ile suni tohumlama yöntemi kullanılarak melezlenmişlerdir. Bu çalışmalar sonucunda Karacabey Merinosu adı verilen yerli bir kültür ırkı ortaya çıkmıştır. Orta Anadolu’da ise Akkaraman Koyunları ile suni tohumlama tekniği kullanılarak yapılan çevirme melezlemesi sonucunda Konya ya da Anadolu Merinosu adlı bir koyun ırkı elde edilmiştir. Bütün bu çalışmalar Atatürk’ün yol göstericiliği ve denetleyiciliği sayesinde olmuştur.
ZÖ: Cumhuriyet Dönemi Veteriner Hekimliği Tarihinden bahsederken Birinci İktisat Kongresi ve Cenevre Sözleşmesi konularına özellikle dikkat çektiniz. Bizlere bu iki konunun Türk veteriner hekimliği açısından önemini anlatabilir misiniz?
Hazım Gökçen: Birinci İktisat Kongresi Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik alanda izleyeceği yol haritasının çizilmesi bakımından tarihi bir önem taşımaktadır. 1923 yılı Şubat ayında daha Cumhuriyet kurulmadan Atatürk’ün direktifi ile toplanan kongrede tarım ve hayvancılık alanında çok önemli kararlar alınmıştır. Esnaf, çiftçi, köylü, işçi, tüccar gibi o dönemde var olan toplum kesimlerinden ve Türkiye’nin her bir köşesinden İzmir’e gelen 3000’e yakın delege, 20 gün süreyle toplantılara katılmışlardır. Kongrede hayvancılık alanında alınan kararların başında, mevcut hayvan varlığının ıslahı, sayılarının ve verimlerinin artırılması, hastalıklarının önlenmesi konusu gelmektedir. Bu konuların hayata geçirilmesi için yeni çiftliklerin, boğa ve koç depolarının açılması, hayvan hastalıkları ile savaşta etkili bir örgütün kurulması karar altına alınmıştır. Cenevre Sözleşmesi ise Türkiye’nin ilk uluslararası sözleşmesidir ve halen yürürlüktedir. 1930’lu yıllarda Türkiye’de sığır vebası ve şap başta olmak üzere salgın hayvan hastalıkları son derecede yaygındı. Avrupa devletleri bu hastalıkların kendi ülkelerine bulaşmasını istemiyorlardı. Bu amaçla Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde Cenevre’de bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda ele alınan en önemli konu Türkiye’de salgın hayvan hastalıklarının önlenmesinde etkili olacak bir kamu otoritesinin mevcut olmaması idi. Sonuçta Türkiye’de Tarım Bakanlığına doğrudan bağlı ve veteriner hekimlerce yönetilecek bir örgütün kurulması karara bağlandı. Bu karar uyarınca 1937 yılında bir kanun çıkarılarak Türkiye’de Tarım Bakanlığına bağlı, hayvan sağlığı, gıda güvenliği ve hayvan ıslahı konularında faaliyet gösterecek Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü adında bir örgüt kuruldu. Bu kuruluş sayesinde Türkiye’de hayvan hastalıklarının önlenmesi, hayvan ırklarının ıslahı, verimlerinin artırılması ve hayvansal gıdaların tüketiciye ulaşmadan kontrolü konularında çok büyük ilerlemeler kaydedildi. Ama ne yazık ki, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra uygulamaya konulan neoliberal politikalar sonucu bu yararlı genel müdürlük kaldırılarak yerine Cenevre Sözleşmesine aykırı olarak karma genel müdürlükler kuruldu. O tarihten itibaren de hayvan sağlığı, hayvan ıslahı ve gıda güvenliği konusunda geriye gidiş başladı ve sonuçta Türkiye hayvancılık bakımından ithalat cenneti bir ülke haline getirildi.
ZÖ: Bu dönemde Türk veteriner hekimliği için önem arz eden, dikkat çekmek istediğiniz başka bir husus var mı?
Hazım Gökçen: Erken Cumhuriyet döneminde, İktisat Kongresinde karar altına alınan tarımsal eğitimin geliştirilmesi bağlamında Almanya’dan yardım istenmiş ve bir heyet Türkiye’ye gelerek çalışmaya başlamıştır. Bu heyetin hazırladığı ve 1927 yılında ilgililere sunduğu raporda Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü adıyla bir yüksekokul açılması önerilmiştir. Bu rapora dayanarak gerekli hazırlıklar tamamlanmış ve 1933 yılında Ankara’da Türkiye’nin ikinci yükseköğretim kurumu olarak Yüksek Ziraat Enstitüsü açılmıştır. Bu kuruma İstanbul’daki Veteriner Yüksek Okulu Baytar Fakültesi, Ziraat Yüksek Okulu da Ziraat Fakültesi adıyla katılmışlardır. Bu fakültelere ertesi yıl İstanbul’daki Yüksek Orman Mektebi Orman Fakültesi adıyla ilave olmuştur. Ayrıca Enstitü bünyesinde Tabii İlimler ve Ziraat Sanatları Fakülteleri de açılmıştır. Almanya’dan Weimar Cumhuriyeti döneminde Atatürk’ün girişimleriyle Prof. Dr. Falke başkanlığında 17 Alman profesör Türkiye’ye gelmişler ve enstitüdeki birimlerde görevlendirilmişlerdir. Bu hocaların yanına da 1909 yılında Mehmet Ali Bey tarafından Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gönderilen veteriner hekimler şef asistan ve tercüman olarak atanmışlardır. Prof. Dr. Falke Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün ilk rektörü olmuştur. Yüksek Ziraat Enstitüsü çeşitli nedenlerden dolayı uzun ömürlü olamamış, Veteriner ve Ziraat Fakülteleri 1948 yılında, 1946 üniversite reformuyla kurulan Ankara Üniversitesine katılmışlardır.
ZÖ: Veteriner hekimliğinin kurumsallaştırılma tarihinden bahsedebilir misiniz?
Hazım Gökçen: Veteriner hekimliğinde kurumsallaşma denilince öğretimde ve hayvan sağlığı konusundaki kurumsallaşma akla gelmelidir. Türkiye’de veteriner hekimlik öğretimi ordunun ihtiyacı olan veteriner hekimler yetiştirmek amacıyla 1842 yılında İstanbul’daki süvari okuluna bir sınıf açılması suretiyle başlamıştır. Bu sınıflara 1881 yılında hayvan yetiştiricilerinin ihtiyacını karşılamak için sivil öğrenciler de alınmıştır. 1889 yılında Mehmet Ali Bey tarafından Sivil Veteriner Okulu kurulmuştur. 1842 den beri tıbbiyede ve harbiyede açılan sınıflarda yürütülen askeri öğretim 1909 yılında kurulan Askeri Veteriner Okulu çatısı altında toplanmıştır. 1920 yılında ise Askeri ve Sivil Veteriner Okulları birleştirilerek Veteriner Yüksek Okulu açılmıştır. Bu okul daha önce de belirtildiği gibi 1933 yılında Veteriner Fakültesi adı altında Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne katılmıştır. 1948 yılında ise Yüksek Ziraat Enstitüsünün kapanması ile Ankara Üniversitesine bağlanmıştır. 1970 yılına kadar tek olarak veteriner hekimlik öğretimine hizmet eden fakülteye o yıldan itibaren birçok fakülte daha katılmış ve günümüzde fakülte sayısı 29’a yükselmiştir.
Erken Cumhuriyet döneminde ilk hayvan sağlığı örgütü 1920 yılında İktisat Vekaletine bağlı Veteriner İşler Genel Müfettişliği adıyla kurulmuştur. Daha sonraki yıllarda çeşitli bakanlıklara bağlı olarak faaliyette bulunan bu kurum 1937 yılında Cenevre Sözleşmesine göre çıkarılan bir yasa ile Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü adıyla Tarım Bakanlığına bağlanmıştır.
ZÖ: Erken Cumhuriyet Dönemi Türk veteriner hekimliği tarihine iz bırakan yerli ve yabancı isimler kimlerdir?
Hazım Gökçen: Türk veteriner hekimliği, Cumhuriyet döneminde çağdaş Türkiye’yi şekillendirecek çok sayıda aydın yetiştirmiştir. Bunların başında İstiklal Marşımızın yazarı, ulusal şairimiz Mehmet Akif Ersoy gelir. Ersoy kurtuluş savaşında camilerde verdiği vaazlarla halkı kuvvayı milliyeye yani Atatürk’ün saflarına katılmaya davet etmiştir. Atatürk’ün ‘fikirlerimin babası’ dediği yazar, düşünür Ziya Gökalp, Sivil Veteriner Okulunun 4.sınıfında okurken ittihatçı ve Türkçü olduğu gerekçesiyle Diyarbakır’a sürgün edilmiş, bu nedenle de tahsilini yarım bırakmak zorunda kalmıştır. Diğer veteriner hekim edebiyatçılar arasında şair, operet yazarı Prof. Dr. Selahattin Batu, şair Mehmet Turan Yarar, yazar Muzaffer İlhan Erdost sayılabilir. Şair Ahmet Hamdi Tanpınar Veteriner Yüksek Okulunu yarım bırakarak edebiyat fakültesine geçmiş, öykü yazarı Ömer Seyfettin de askeri veteriner rüştiyesini bitirdikten sonra askeri idadiye geçerek asker olmuştur. Sporcu veteriner hekimler arasında milli takımın ve Galatasaray’ın unutulmaz kaptanı Zeki Rıza Sporel’i sayabiliriz. Ünlü müzikolog Rauf Yektanın torunu Yavuz Yekta Türk müziğinde yeni bir ses sistemi oluşturarak müzik tarihine adını yazdırmıştır. Diğer iz bırakan veteriner hekimler arasında dünyada insanlarda ilk kök hücre tedavisini yapan Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün’ü, Tek Sağlık konusunu yıllar önce gündeme getiren Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk’ü, Türkiye’de radyestezinin kurucusu Ord. Prof. Dr. Samuel Aysoy’u, Darwinizm adlı kitabın yazarı Suphi Edhem’i, ruam aşısını bulan Şehit Yüzbaşı Kemal Cemil Bey’i sayabiliriz.
Dünyada iz bırakan veteriner hekimlerin başında milyarlarca kişinin çocukken korkulu rüyası olan verem (BCG) aşısını bulan Camille Guerine gelir. Ayrıca Türkiye’de filmi ve dizisi çekilen “Kırmızı Eşarp” adlı kitabın yazarı Kırgız asıllı Cengiz Aytmatov da veteriner teknik okulu mezunudur. Şu anda korona aşısı üreticileri Pfizer Firmasının CEO’Su Albert Bourla ve Astra Zeneka Firmasının CEO’su Pascal Soriot da veteriner hekimdir. Almanya’daki Robert Koch Enstitüsünün Başkanı Prof. Dr. Lothar Wieler, Berlin Veteriner Fakültesi öğretim üyesidir.
ZÖ: Bu bağlamda katkıda bulunmuş, o dönem yurt dışına öğrenime gönderilen resmi bursiyerlerden örnekler verebilir misiniz?
Hazım Gökçen: Erken Cumhuriyet döneminde yurt dışına gönderilen veteriner hekimlerin sayısı oldukça azdır. Bunun nedeni Cumhuriyetten önce Veteriner Yüksek Okulu Müdürü Mehmet Ali Bey tarafından yurt dışına çok sayıda veteriner hekimin gönderilmesi ve bu veteriner hekimlerin yurda döndükten sonra önce Veteriner Yüksek Okulunda, sonra da 1933’te kurulan Yüksek Ziraat Enstitünde öğretim görevlisi olarak atanmalarıdır. Genç Cumhuriyet döneminde, 1924 yılında Süreyya Tahsin Aygün; Almanya ve Fransa’ya, Burhanettin Bey; Fransa’ya, 1926 yılında Fahri Araz, İsmail Hakkı Ünveren ve Tahsin Muslu; Rusya’ya, Dr. İlyas Bey; Estonya Dorpet Üniversitesine, 1930 yılında da Yüzbaşı Kemal Cemil Bey; Fransa’ya gönderilmişlerdir. Cumhuriyetten önce, 1909 yılında Veteriner Yüksek Okulu Müdürü Mehmet Ali Bey tarafından yurt dışına gönderilen veteriner hekimler ise Fazlı Faik Yegül, Sadık Sözeri, Mustafa Santur, Samuel Aysoy, Salih Zeki Berker, Hilmi Dilgimen, Sabri Okutman, Şefik Kolaylı, Tekfor Bey, Hayarabet Bey ve Armenak Beydir. Yurt dışında yetişen bu veteriner hekimler, döndükten sonra gerek öğretim alanında gerekse yeni kurumların temellerinin atılıp geliştirilmesi konularında çok önemli hizmetler yapmışlardır.
ZÖ: Genç Cumhuriyet Kıvılcımları arasından Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün´den ve veteriner hekimlik alanında yaptığı çalışmalardan biraz daha bahseder misiniz?
Hazım Gökçen: Tuğgeneral Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün, dünyada Tek Sağlık Konseptini ilk kez dillendiren ve uygulayan bir askeri veteriner hekimdir. Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında ordunun lojistik gücünü oluşturan atların ruam, sığırların veba hastalığına karşı, gerek serum gerekse teşhis kitlerini üreterek mücadele vermiştir. 1924 yılında Almanya’ya gönderilmiş ve Berlin’de ihtisasını ve doktorasını yapmıştır. Paris’te Pasteur, Frankfurt’ta Experimentelle Thrapie, Berlin’de Robert Koch ve Viyana’da Mödling aşı ve serum enstitülerinde doktora sonrası çalışmalar yapmıştır. Yurda dönüşünde Ankara’da 1933 yılında açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne girmiş Ordinaryüs Profesörlüğe kadar yükselmiştir. Bu arada 1950 yılında ordudan tuğgeneral rütbesi ile emekli olmuştur. Aygün’ün çalışmalarını hayvanlardakiler ve insanlardakiler olmak üzere iki bölümde toplayabiliriz. Hayvanlarda Universal Antrax ve Kuru Sığır Vebası aşı ve serumunu bulan Aygün, ayrıca ruam ve verem hastalıklarının teşhisinde kullanılan mallein ve tüberkülin testlerini de üretmiştir. İnsanlardaki çalışmalarının başında; doku kültürü ve kök hücre araştırmaları gelir. Dünyada kök hücre tedavisi ile mongol çocukları iyileştiren ilk bilim insanıdır. Aygün Alman Grünental firması tarafından kadınların gebelik sorunlarını gidermek için üretilen Talidomid etkin maddeli Contegran adlı ilacın Türkiye’de ruhsatlanmasını önleyerek on binlerce çocuğun doğuştan sakat kalmasını önlemiştir. Almanya’da ve Amerika’da kullanılan bu ilaç çok sayıda çocuğun sakat doğmasına yol açmıştır.
ZÖ: Erken Cumhuriyet döneminde Türk veteriner hekimliği tarihini araştırma konusu yapmış başka kişi veya kurumlar kimlerdir? Bu çalışmalar hakkında neler biliniyor?
Hazım Gökçen: Türkiye’de ilk Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü, 1950 yılında, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinde kurulmuştur. Ancak o tarihte tarihçi öğretim üyesi olmadığından, kürsüyü 1960 yılına kadar Prof. Dr. Nevzat Tüzdil yönetmiştir. Kürsünün ilk asistanı olan Nihal Erk, 1960 yılında öğretim üyesi olmuş ve kürsü yönetimini devralmıştır. Bu arada Nevzat Tüzdil parazitolog olmasına rağmen; veteriner hekimliği tarihi ile ilgili çok sayıda yayın yapmıştır. Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Kürsüsünün asıl gelişmesi, Prof. Dr. Nihal Erk ve 1963’te asistan olan Ferruh Dinçer sayesinde olmuştur. Her iki bilim insanı gerek verdikleri derslerle gerek yaptıkları araştırmalarla gerekse de yetiştirdikleri akademisyenlerle veteriner hekimliği tarihini çok üst düzeylere taşımışlardır. Nihal Erk’in emekli olmasından sonra kürsü yönetimini devralan Prof. Dr. Ferruh Dinçer, kurmuş olduğu Veteriner Tarihi Müzesi ile önemli bir esere imza atmıştır. Akademisyenler dışında veteriner tarihi konusunda araştırmalar ve yayınlar yapan veteriner hekimler de vardır. Bunlardan Muzaffer Bekman, ilk veteriner tarihi kitabını ve ilk biyografik yazıyı kaleme almış, çok sayıda yayın yapmıştır. Bir mikrobiyolog olan Prof. Dr. Muzaffer Beşe’nin Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümü nedeniyle kaleme aldığı “Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümünde Türk Veteriner Hekimliğinin Gelişmesine Kısa Bir Bakış” adlı eseri İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisinde ayrı basım olarak yayınlanmıştır. Günümüzde öğretim yapan 29 veteriner fakültesinin çoğunda, Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalları faaliyet göstermekte olup onlarca öğretim üyesi bu alanlarda araştırmalar ve yayınlar yapmaktadır.
ZÖ: Son olarak, Erken Cumhuriyet Dönemi ile günümüzü karşılaştıracak olsanız, geçen 100 yıl içinde Türk veteriner hekimliği hususunda hangi başlıklara dikkat çekmek isterdiniz? Bu konudaki beklentileriniz ve muhtemel sorunlara çözüm önerileriniz nelerdir?
Hazım Gökçen: Türkiye’de veteriner hekimlik, 1980 yılına kadar kamu ağırlıklı bir yapıda faaliyetlerini sürdürmüştür. Ancak bu tarihten sonra uygulamaya konulan neoliberal politikalar sonucu, veteriner hekimlikte de temel yapı değişime uğramıştır. Özellikle serbest veteriner hekimlik (pet ve büyükbaş klinisyenliği), çiftlik hekimliği, yem sanayi, ilaç sanayi, tavukçuluk sanayi, gıda sanayi alanlarında hem faaliyet alanı hem de istihdam bakımından önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak 1980’den sonra hızla sayıları artan veteriner fakültelerinden mezun olan veteriner hekimler büyük bir istihdam sorunu yaşamaya başlamışlardır. Son yıllarda hayvancılığında gerilemesine paralel olarak veteriner hekimlikte büyük bir kriz ortaya çıkmıştır. Öte yandan kamu veteriner hekimleri tamamen sahadan koparılıp büro memurluğu yapar hale getirilmişlerdir. Kamu veteriner hekimlerinin sahada çalıştırılması hayvancılığın gelişmesi bakımından son derece önemlidir. Bunun için Tarım Bakanlığına bağlı etkin, mobil, merkez–taşra bağı güçlü bir Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü mutlaka kurulmalıdır. Bugün, Türkiye’de, 29 adet öğretim yapan ve mezun veren veteriner fakültesi bulunmaktadır. Türkiye veteriner fakültesi sayısı bakımından Dünyada Amerika Birleşik Devletlerinden sonra ikinci sıradadır. Çözüm olarak bir daha yeni veteriner fakültesi açılmamalı, yeni açılanlar ve olanakları yeterli olmayan veteriner fakülteleri de gelişmiş olanlarla birleştirilmelidir.