Süt sığırcılığının A.B. falı, Avrupa Birliği’ne girmek için hevesliyiz. Görüşmelerin başlaması kararı alındı. Herkesin dediği gibi “zorlu” geçecek konuların başında tarım geliyor. Bunun içinde hayvancılık da var. Avrupa Birliği bizden bir çok konuda uyum isteyecek. Sanıyoruz ki; uyum pek kolay olmayacak.
Avrupa Birliği istiyor diye değil, bunların bir çoğunu zaten kendimiz için yapmalıyız. Avrupa Birliği bize bu konularda danışmanlık görevi yapacak. Avrupa Birliği bizden sütlerimizin kayıt altına alınmasını isteyecek. On milyon ton süt olduğu söylenmekle birlikte sadece üç milyon ton sütün kayıtlı olduğu ifade ediliyor. Bunun açıklaması zor olur. Çalışmalara şimdiden başlamak gerekiyor. Tabii süt kalitesi konusu da gündeme gelecek. Somatik hücre ve toplam bakteri sayıları üreticilerimiz ve sütü işleyenler açısından çok önemli. Bunlara zaten önem vermeliyiz. Avrupa Birliği bizden bu konulara duyarlılık göstermemizi isteyecek. Süt kalitesi ürün kalitesine etki edeceğinden, süt işleyen ünitelerin ürettiği ürünlerin raf ömrü ve kalitesi için de, çiğ sütten başlayarak, bir çok yaptırım söz konusu olacak.
Avrupa Birliği bizden “izlenebilirlik” isteyecek. Bir ürünün ham maddeden itibaren tüketiciye ulaşmasına kadar olan safhalarda kimlerin elinde geçtiğini tüketici bilmek isteyecek. Örneğin bir peynirin üretiminde kullanılan sütün hangi çiftlikten alındığı bilinecek.
Avrupa Birliği sürü büyüklükleri konusunda da uyum isteyecek. Şu anda beş baş sağmal ineği olan “süt sığırcılığı yapıyor” sayılmakla beraber, belki bu alt sınır kademeli olarak yükseltilecek. A.B şimdilik ülkemizde “adı var kendi yok” olan kalıntılar üzerinde çok duracak. Kalıntılar daha çok antibiyotik ve antikoksidiyal ürünlerden kaynaklandığına göre; koruyucu hekimlik önem kazanacak ve rezidü (kalıntı) bırakmayan doğal ham maddelerden yapılmış ürünlerin tercih edilmesi yoluna gidilecek. Antibiyotik kullanımının en az düzeye indirilmesi için barınak yapısı, besleme gibi konularda bilinçli davranmamız ve aşısı olan hastalıklar için aşı kullanmamız şart olacak. Tabii bu konu eğitimi de kapsamak zorunda. Biz AB’ye girmeden önce elde kalan antikoksidiyal ve koksidiyostat ilaçlar ile büyütme faktörleri çoktan yasaklanmış olacak. Bunların yerine konulmak üzere hazırlanmış rezidü problemi olmayan katkı maddelerinin kullanımı artacak.
Avrupa Birliği şap hastalığından çok korkuyor. Bu konu üzerinde Türkiye’den doğal olarak istekleri olacak, A.B belki parasal yardımda bile bulunacak. Tüberküloz ve Bruselloz konusunda da Türkiye’den bir takım istekleri olacaktır. Fakat bunları şap kadar, kendileri açısından, önemli görmeyebilirler. Bize ”bunlar sizin probleminizdir, çözmeye çalışın” diyebilirler. Şap için ise bizimle işbirliğine daha yatkın olacaklardır.
A.B ile birlikte hayvan refahı ön plana çıkacak. İneklerin barınakları ve bakımlarından başlamak üzere, buzağıların sosyal yaşamlarına kadar her konuda hayvanların refahı ve hakları yönünde yaptırımlar gelecek.
Kaçak girişlerin önlenmesi konusunda yine A.B bizden çok sıkı bir disiplin isteyecek. Belki bu konuda da işbirliği önerilerinde bulunacak. A.B ile birlikte devlet tamamen denetleyici olacak, ancak; hiçbir şeyi bizzat yapmayacak. Yapılanın iyi olması konusunda kontrol edecek. A.B ile birlikte özel veteriner hekimlere daha çok yetki verilecek, buna karşılık da daha çok sorumluluk yüklenecek. Antibiyotiklerin ve diğer rezidü (kalıntı) bırakacak ürünlerin satışından sonraki takipleri de veteriner hekimlerden istenecek. Yetki ve sorumluluk birlikte olacak.
Kotalar ile ilgili henüz bir gelişme yok. Bu konu gündeme gelebilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, görüşmeler kolay geçmeyecek. Uyum güçlüklerimiz olacak ve bu işler zaman alacak. Dileriz, üreticilerimize ve tüketicilerimize yararlı olacak şekilde müzakerelerden kazançlı çıkarız.