Sığırın Evcilleştirilmesi ve Modern Yetiştiriciliğe Geçiş

Sığırın Evcilleştirilmesi ve Modern Yetiştiriciliğe Geçiş

Sığırın evcilleştirilmesi, İnsan ile hayvan yaşamları arasında tarihin ilk çağlarından beri devamlı ve sıkı ilişkiler bulunmuştur. İnsan ile yakınlığı yönünden sığırın, hayvanlar arasında özel bir yeri olmuştur. İlk çağlarda insan, vahşi yaşamdaki sığırı avlamış, onun etini yemiş, derisini giymiş, kemik ve boynuzlarını korunma aracı ve süs eşyası olarak kullanmıştır. Uygarlığın ilerlemesi ve avcılığın insan yaşamı için yeterli olmadığının anlaşılması ile hayvanların ve bu arada sığırın evcilleştirilmesi yoluna gidilmiştir.

Sığırın Evcilleştirilmesi

Sığırın evcilleştirilmesi insanlık tarihine göre oldukça yenidir. Arkeolojik bulgular sığırın evcilleştirilmesi 8 bin yıl kadar önce başlatıldığını ve evciltmenin yoğunluk merkezlerinin Ortadoğu ve Hint yarımadası olduğuna işaret etmektedir. Yeni taş devri sıralarında gerçekleştirilen sığırın evcilleştirilmesi izleyen zamanlarda insanlar genellikle göçebe halde yaşamakta idi. Kabileler yiyeceklerini ilkbahar, yaz ve sonbaharda gezdikleri yerlerden sağlamışlar, hayvan varlıklarını kış ayları için besin deposu olarak kullanmışlardır.

Zamanla insanlar göçebe hayatı bırakıp toprağa bağlanma gereği duymuşlar. Toprağın işlenmesi için insan gücüne yardımcı güç aranmasında da ilk akla gelen sığır olmuştur. Bu zamanlarda iri yapılı, kuvvetli adaleli ve güçlü hayvanlara sahip olma isteği önde gelmiştir. Bu nedenle sığırlar daha çok iş amacı ile yetiştirilmeye başlanmış ve bir inekten buzağısını besleyecek miktardan fazla süt almak ya da semirtmek sakıncalı olarak kabul edilmiştir.

İnsan nüfusunun artışı, yem kaynaklarının bolluğu ve sığır varlığının büyümesi ile insanlar daha fazla süt ve et üretmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Bu amaçla hızlı gelişme, yağlanma ve süt verimi gibi özellikler yönünden üstünlük gösteren hayvanların seçimine gidilmiştir. Bu değişim ile süt ineği, besi sığırı, süt danası gibi deyimler yaygınlaşmış ve İncil ile diğer bazı eski yazıtlarda bu deyimlerden söz edilmiştir.

Batı Asya ve Avrupa’da gerek eski gerekse modern çağlarda sığırın büyük bir yeri ve önemi olmasına karşılık Çin, Japonya ve Kore gibi orta ve doğu Asya ülkelerinde bu önem hiç bir zaman verilmemiştir. Bu ülkelerin insanları et, süt ve peyniri günlük yaşantılarına pek fazla sokmamışlardır. Hindistan’da ise sığırın insan yaşantısı ile ilişkisi çok sıkı olmuş ancak burada ilişki dinsel inançlar üzerine kurulmuştur.

Sığır yetiştiriciliği eski ve orta çağlarda tamamen tabiat şartlarına bağlı olarak sürdürülegelmiştir. Geniş ve sahipsiz otlakların bulunması nedeniyle insanlar eski ve ortaçağlar boyunca çayır ve meraları tahrip edercesine kullanmışlar; bitki ve hayvan ıslahına önem vermemişlerdir. Böylece kullanılmaz hale gelen yerleri terk ederek diğer otlaklara yerleşmişlerdir. Bu durum 18 nci yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür.

Modern Yetiştiriciliğe Geçiş

Sığır yetiştiriciliğinde bilinçli olarak ıslah çalışmalarına ilk olarak İngiltere’de başlanılmıştır. Robert Bakewell adında geniş toprak sahibi, ileri görüşlü ve bilimsel yöntemlerle çalışan bir çiftçi, hayvan ırklarının geliştirilmesi konusunda ilk atılımı yapmış ve başarılı da olmuştur. Bu başarı kendisinin, hayvan ıslahının kurucusu olarak tarihe geçmesini sağlamıştır. Bakewell iri yapılı değil, en fazla ve iyi kaliteli et üretecek olan sığını elde etmeyi amaç olarak ortaya koymuştur. Bu amacını, giderek artan nüfusun et ihtiyacını karşılayacak, çabuk gelişen, yerden yapılı, dolgun vücutlu hayvanlara sahip olmak esasına dayatmıştır. O, sığırlar üzerindeki çalışmalarını İngiliz Longhorn ırkında yoğunlaştırmıştır. Bununla beraber Leicester koyunu ve Shire atlarının ıslahında da büyük katkıları olmuştur.

Bakewell’in başarısı onun titizliği, azim ve zekasının ortak ürünü olarak gerçekleşmiştir. Bakewell çalışma metodunu dört ana faktör halinde toplamıştır.

Bakewell’in koyduğu hayvan ıslah metotları 18 nci yüzyıl sonlarına doğru bütün İngiltere’ye yayılmış bulunuyordu. İngiltere’nin ünlü Smithfield hayvan pazarında 18 nci yüzyıl başlarında sığır ve koyunların ortalama canlı satış ağırlıkları, sırasıyla 170 ve 13 kg iken, o yüzyıl sonlarında 360 ve 36 kg a ulaşmıştır. Bu gelişmede en büyük payın hayvan ıslahı konusunda sağlam temel ve metotları uygulayan ve ülkeye yayan Robert Bakewell’e ait olduğu kabul edilmektedir. Bakewell’in çalışmaları pedigrili yetiştirme sisteminin çekirdeğini teşkil etmiş ve 18 nci asır sonlarında, 1791 yılında, ilk genel soy kütüğü safkan atlar için kurulmuştur. Bunu 1822 yılında Shorthorn soykütüğü derneği ve diğerleri izlemiştir. Aynı ırkları yetiştiren yetiştiriciler üç ortak amacın gerçekleştirilmesi için soy kütüğü birliklerini şekillendirmişlerdir.

İngiltere’deki bu gelişmeler 18’nci asrin sonlarından itibaren Avrupa’ya da yayılmaya başlamıştır. Hayvan yetiştiriciliğinin gerek İngiltere içinde gerekse Avrupa’da hızlı yayılmasında krallar, prensler ve asillerin bu konuya ilgi duymaları, çiftliklerinde saf ırkları yetiştirmeleri ve kendilerinin bu hayvanlarla yakından ilgilenmeleri en önemli rolü oynamıştır.

Amerika’da Sığırcılık

Amerika’nın keşifinden sonra yapılan ilk göçler sırasında, yani 16 ncı yüzyılın ortalarından itibaren, bu kıtaya Avrupa’dan sığırlar götürülmeye başlanmıştır. İlk partiler İspanya’dan Meksika’ya götürülmüştür. Bununla beraber Amerika’nın bağımsızlığına kavuşmasından önceki tarihinde sığır yetiştiriciliğinin yoğunluk merkezini Boston şehri ve dolayları teşkil etmiştir. Bu sığır varlığı 17 nci yüzyıl başlarından itibaren İngiltere’den gelen göçmenler tarafından getirilmiş hayvanlara dayanmaktadır.

Amerika’da 18 nci yüzyıl sonlarına kadar sığır birinci derecede iş hayvanı olarak kullanılmıştır. Bununla beraber asırlar boyu bakir kalmış geniş ve zengin otlaklar sığırcılığın hızla gelişmesine ve yayılmasına olanak sağlamıştır. On dokuzuncu yüzyılda hem et hem de süt sığırı yetiştiriciliğinde önemli gelişmeler olmuş ve saf irk yetiştiriciliğine başlanılmıştır. Çayır, mera ve yem kaynaklarının zenginliği nedeniyle sığır yetiştiriciliği, et ve süt olmak üzere iki yönde geliştirilmiştir. Sığır yetiştiriciliğinde İngiltere kökenli ırklar ön sıraları almıştır. O yandan bu yana modern yetiştirme ve ıslah kurallarının uygulanmasıyla hemen bütün sığır ırklarında en yüksek verim düzeylerine ulaşılmıştır.

Anadoluda Sığırcılık

Anadolu’da sığır varlığından yararlanmada birinci sırayı asırlar boyunca işgücü almıştır. Bu nedenle, buzağı ve danalık döneminde gelişmesi iyi olan erkeler öküz yapılmak üzere kastre edilmişlerdir. Süt ve et üretimi sığırcılıkta daima ikinci ve üçüncü sıralarda kalmıştır. Avrupa ve Amerika’da üretilen sütün ve etin çok büyük bir bölümü sığırdan elde edildiği halde Türkiye’de süt ve et kaynağı olarak ilk sırayı uzun yıllar koyun almıştır.

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi

Türkiye’de sığır varlığının ıslahı konusunda Cumhuriyet’ten önce yapılan çalışmalara ait belgeler bulunmamaktadır. Bir bakıma, sistemli bir çalışmanın yapılmış olduğu da şüphelidir.

Osmanlı İmparatorluğu boyunca sığır yetiştiriciliği daha çok tarım işlerinde kullanılmak ve harplere giden orduların ağırlıklarını taşımak amacıyla yapılagelmiştir. İmparatorluğun yükselme zamanlarında yeni ele geçirilen ülkelerden elde edilen hayvanlar, en azından, harpler sırasında kaybedilenlerin yerini doldurmuştur. Ancak duraklama ve gerileme devrinde yapılan uzun ve yorucu harpler, ülkenin toprak ve insan kaynağını olduğu gibi sığır varlığını da sürekli olarak kurutmuştur. İş yapabilecek kuvvetli öküzler orduya alındığından, bu devirlerde, daha az işe yarar hayvanlar çiftçilikte kullanılmak üzere kastre edilip öküz yapılmış ve böylece erkek damızlık olarak üçüncü derecede hayvanlar kalmıştır. Devlet, sığırcılığın ıslahı için halka herhangi bir yardımda da bulunmadığından bir bakıma uzun yıllar negatif bir seleksiyon uygulanmıştır, denilebilir.

Cumhuriyet Dönemi

Sığır yetiştiriciliğinde geriye gidiş Cumhuriyet yönetiminin başlamasına kadar devam etmiştir. Cumhuriyet’ten sonra diğer konularda olduğu gibi ülkenin sığır varlığının ıslahı gereği de anlaşılmış ve bazı tedbirler alınmaya başlanmıştır. İlk olarak iyi damızlıklar yetiştirmek suretiyle halk hayvanlarını ıslah etmek için Karacabey Harası kurulmuş, on yıl içinde bunu Çifteler, Konya, Çukurova, Sultan suyu haralarının kuruluşu izlemiştir. O yıllarda Türkiye’nin süt, et ve hayvan işgücünün artırılması için yalnız yerli sığır varlığının ele alınması yetersiz görülmüştür. Üretimin artırılması için Avrupa’dan kültür sığır ırkı damızlıklar getirilerek yerli ırkların melezleme ile ıslahı yoluna gidilmiştir. Türkiye’nin Coğrafi, ekonomik ve kültürel şartları dikkate alınarak kökenini İsviçre Alplerinden alan Esmer ve Simental ırklarının ithaline karar verilmiştir. Nitekim 1925 yılında Avusturya’dan 2 erkek 14 dişi Montafon (İsviçre Esmeri genotipi) ile Macaristan’dan 5 erkek, 10 dişi Bonihad (Simental genotipi) sığır Karacabey Harasına getirilmiştir.

Harada bir yandan saf kültür ırkı sığır yetiştiriciliğine başlanıldığı gibi diğer yandan da haranın yerli sığır varlığı olan ve esasını Boz irkin teşkil ettiği sığırların çevirme melezlemesi ile ıslahına girişilmiştir. Gerek saf gerekse melez Montafonlar, Simentallere göre mevcut şartlara daha iyi uyum göstermişler ve daha başarılı olmuşlardır. Bu nedenle Montafon yetiştiriciliğine devam edilmiş, Simental yetiştiriciliği ise terkedilmiştir. Avusturya’dan 1935 yılında yine Montafon ırkından 2 boğa, 13 inek getirilerek saf damızlık kadrosu desteklenmiştir. Bu arada halk elindeki yerli sığırların Esmer irka çevirme melezlemesi çalışmaları Bursa ve Balıkesir bölgesinde uygulamaya konulmuştur. Kısa bir süre sonra başlayan ikinci Dünya Savaşı, sığır islah çalışmalarının durmasına neden olmuştur. Harpten sonra 1947 yılında İsviçre’den 4 boğa ve 37 inek ithal edilerek sığır islah çalışmaları yeniden ele alınmıştır. Bu gün Batı Anadolu’da yaygın olarak bulunan ve Türkiye’nin her tarafında aranan bir irk haline gelen Karacabey Montafonlarının büyük çoğunluğu toplam 8 erkek ve 64 dişiden ibaret olan bu ilk ithallere dayanmaktadır. Sonraları muhtelif yıllarda İtalya, Amerika, İsviçre, Avusturya ve Almanya’dan Esmer ırk boğa ve inekler getirilerek esmer irk yetiştiriciliği yaygınlaştırılmıştır.

Karacabey Montafonu’nun esasını, hem Montafon olarak isimlendirilen Avusturya Esmeri hem de çeşitli ülkelerden getirilen İsviçre Esmeri teşkil etmiştir. Ancak ilk ithal edilen materyal Montafon olduğu için bu isim halk dilinde yerleşme olanağı bulmuş ve meydana getirilen ırka da Karacabey Montafonu denilmiştir. Bununla beraber Türkiye’de meydana getirilmiş olan bu yeni ırkı en iyi tanımlayacak olan isim “Türk Esmeri” dir.

Esmer ırktan sonra Türkiye’ye yeni kültür sığır ırkları 1958 yılında getirilmiştir. Genç düve ve genç boğa olarak Amerika Birleşik Devletlerinden getirilen bu hayvanlar Holştayn ve Jersey sütçü ırkları ile Hereford ve Angus etçi ırklarına aittir. Yapılan bu ithallerle ülkede kombine verimli sığır yetiştiriciliği yanında tek verim yönlü sığır yetiştiriciliği de başlatılmış oluyordu. Irk özellikleri ve coğrafya şartları dikkate alınarak Marmara ve Ege Bölgesi Holştayn, Karadeniz Bölgesi de Jersey yetiştirme bölgesi olarak kabul edilmiş ve getirilen ırklar söz konusu bölgelerdeki devlet yetiştirme kurumlarına yerleştirilmiştir. Kısa zaman içinde Holştayn ve Jersey boğalar suni ve tabii tohumlama yolları ile halk hayvanlarının melezlenmesinde kullanılmaya başlanmıştır. Süt sığırcılığı konusundaki çalışmaların ilerlemesine ve halk tarafından benimsenmesine karşılık et sığırcılığı çalışmaları devlet kurumları dışına çıkarılamamıştır.

İlk zamanlar Angus ırkı Orta Anadolu, Hereford ırkı ise Doğu Anadolu için düşünülmüştür. Fakat elde edilen sonuçların ekonomik yönden yetersiz olması ve yetiştiricilikte mutlaka sütün de aranması nedenleriyle et sığırcılığı yönünden halk hayvanlarının ıslahına geçilememiştir. Aslında bu etçi sığır ırkları İngiltere’de geliştirilmiş olmasına karşılık Avrupa’da da fazla bir yayılma olanağı bulamamıştır. Daha Çok Amerika ve Avustralya gibi geniş ve bol otlaklara sahip bölgelerde benimsenmişlerdir. Avrupa, süt-et tipi kombine verimli ırkları tercih etmiştir. Türkiye’de Esmer ve Holştayn ırklarının tutunması da aynı nedene bağlıdır. Ufak yapılı sütçü bir ırk olan Jerseylerin Karadeniz Bölgesinde rağbet görmesi bu bölgenin coğrafi, ekonomik ve yerleşme özellikleri ile ilgilidir.

Amerika’dan 1958 yılında yapılan ithalleri sonraki yıllar çeşitli Avrupa ülkelerinden yapılan ithaller izlemiştir. Önceleri hayvan ithalleri yalnız devlet tarafından yapılırken 1965 yılından sonra, kurulmuş olan özel ticari firmalar da kültür ırk damızlık sığırları ithal edip yetiştiricilere satmaya başlamışlardır.

Sığırın Evcilleştirilmesi ve Modern Yetiştiriciliğe Geçiş Kaynakça: Sığır Yetiştiriciliği, Prof. Dr. Orhan Alpan, Prof. Dr. Rafet Arpacık, Şahin Matbaası, Ankara 1996, 15-19.

Exit mobile version