Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimlik, eski Yunan tababeti konusunda çok şeyler yazılmıştır. Veteriner hekimlik daha az incelenmiştir. M. Ö. 5 inci yüzyıla kadar her iki hekimlik daha önceki uygarlıklarda olduğu gibi din ve sihir etkisi altında kalmıştır. Yunan mitolojisine göre Tanrı Apollo insan ve hayvanları istediği zaman hastalandırır veya öldürürdü. Örneğin şair Homerin İliada eserinde Agamemnon, Apollonun rahibini kızdırdığında Apollo da Yunanlıları cezalandırmaya kadar verir ve okunu önce katır ve köpeklere, sonra insanlara atar. Salgın dokuz gün devam eder. Ölüleri yakmak için büyük ateşler yakılır. Achilles falcılara, rüya tabir edenlere baş vurulmasını ister. Onlar da Apollo’nun kızgınlığını azaltmak için kurbanlar adarlar ve salgın durur. Bu yapılanlar dini hekimliğin tipik bir örneğidir. Aynı zamanda hayvan hastalıkları insanlarınki ile aynı durumda mütalâa edilmiştir.
Mitolojide insan ve hayvanların tedavi sanatını Zeus’un gayrimeşru oğlu olan Centaur Chiron daha doğmadan Apollo’dan öğrenmişti. Kendisinin asillerden Achilles ve Aesculapius gibi öğrencileri vardı. Aesculapius’un Apollo’nun oğlu olduğu kabul edilmektedir. Daha sonraları Aesculapius tıp tanrısı haline gelmiştir. Veteriner Tarihçisi Smithcors‘a göre takriben M. Ö. 1250 yıllarında yaşamıştır. Bazı tıp tarihçileri ise tamamen mitolojik bir şahsiyet olarak kabul ederler. Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimlik birçok yerlerde Aesculaplus adına sıhhat mabetleri yapılmıştır. Bunların en tanınmışları Epidaurus ve Bergamadakilerdir. Aesculapius’un oğulları ve bir de Hygicia adında bir kızı vardır. Mabede gelen hastalar kutsal düşüncelerle dolu olmalıdırlar. Akşama doğru Aesculapius, Zeus gibi sakallı ve iyi yüzlü görünüşü ile yanında bazen kızı, başka bir çocuğa ya da yılan veya köpeği olarak hastaya yaklaşır, dokunur, ilâç verir veya operasyon
yapar yada hastanın yarasını köpek yalardı. Sabah olunca hasta iyileşir, körler dünyanın güzelliklerini görmeye, sağırlar işitmeye, topallar yürümeye başlardı. –
Daha sonraları bu mabetlerde hastalara akşama doğru sakinleştirici ilâçlar verilir, hastanın gece rüya görmesi telkin edilirdi. Ertesi gün görülen rüya tabir edilir ve ona göre bir tedavi uygulanırdı. Hasta iyileştikten sonra hastalığın hikâyesi, tedavisi yazılı olarak sıhhat mabedinin duvarına asılırdı. Bu tabletler sayesinde Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimliği konusunda bilgilere sahip olunmaktadır.
İliada ve Odise’den anlaşıldığına göre cerrahi de iyi gelişmiştir. Truva harplerinde ordunun cerrahları olduğu görülür. Homer zamanında kan ile alınan gıdanın ilişkisi biliniyordu. Tanrıların damarlarında kan yerine başka bir sıvı (ichor) bulunuyordu. Çünkü tanrıların besini insanlarınkinden farklı olarak nektar ve ambrosla idi. Hayat için havanın önemi anlaşılmış ve havaya benzer bir maddenin ölüm halinde vücuttan ayrılmakta olduğu düşünülmüştür. Daha sonra bu madde pneuma adını alarak eski Yunan fizyolojisinde önemli rol oynayacaktır.
Tababet din ve felsefenin etkisi altında uzun bir süre devam ettikten sonra M. Ö. 5 inci yüzyıldan itibaren büyük değişikliklere uğrar. Bu klâsik dönemin (M.Ö. 470-146) başlangıcı büyük hekim Hipokrat (Hippocrates M. Ö. 460—377)’la olmakta ve bu yeni ekol hipokratik hekimlik adını taşımaktadır. Hipokratın büyüklüğü önceki mistik sistemi bırakıp dikkatli gözlemlere, hastalık olaylarının tam bir açıklık ve doğrulukla bildirilmesine ve rasyonel tedaviye dayanan bir hekimliğe önem vermesindedir. Hipokratik tababetin çeşitli yazarları tarafından yazılmış olan eserler Corpus Hippocraticum adı altında toplanmıştır.
Hipokrattan çok kısa zaman önce yaşamış olan ALCMAEON bazı tarihçilerce Eski Yunanistan’da Veteriner hekimliğinin gerçek babasıdır. Peri Physeos (Tabiat üzerine) adlı kitabında tabii ilimler konusunda yazmıştır. Bazı hayvanların diseksiyonunu yapmış, uykunun fizyolojisini izah etmiş ve önemli olarak da beynin düşüncenin ve hafızanın merkezi olduğunu ve bütün his organlarının beyinle ilgili bulunduğunu söylemiştir. Bütün Fisagorcu düşünürler gibi sağlığın, vücudun çeşitli parçalarının harmoni halinde olmasına bağlı olduğunu kabul etmiştir. Bu harmoni bozulunca hastalık meydana çıkar. Bu bozukluk çok defa sıcak, soğuk, yetersiz ya da fazla besin almaktan doğmaktadır.
5 inci yüzyıl filozofları yavrunun cinsiyeti üzerinde çok durmuşlardır. Alchmaeon da katırların kısırlığını dişinin uterusu açılmadığından erkek tohumunun soğuk ve çok nazik olduğundan yavru teşekkül edememektedir şeklinde spekülativ yolla izaha çalışır. Alchmaeon Corpus Hippocraticum’da yazıları bulunan Empedocles ve Democritus gibi hekimleri çok etkilemiştir .
HİPOKRAT M. Ö. 460’da İstanköy (Cos) adasında doğdu. Aesculaplus mabetlerinde hocalık etti, 83 yaşına kadar yaşadı.
Hipokrat ve kendini izleyenlerin tıp tarihi yönünden önemleri hekimliği din ve felsefeden ayırmış olmalarıdır. Hipokrat filozofik teorilerin tıpta yeri olmadığını, tedavinin dikkatli obzervasyonları izlemesi gerektiğinde ısrar etmiştir. Henüz deneylerin değeri anlaşılmamışsa da hiç değilse hayat boyu elde edilen gözlemlerinden faydalanmıştır. Her ne kadar kendi hayvan hastalıkları ile meşgul olmamışsa da komparativ patolojiden yararlanmış. Örneğin echinococcus‘un larva şeklinin keçilerde epilepsi benzeri semptomlara sebep olduğuna dikkat etmiştir. Böylece insanlardaki epilepsinin de o zamana kadar inanıldığı gibi vücuda girmiş olan şeytanlarla olmayıp keçilerdekine benzer, şeytan olmayan, bir etkenden meydana geldiğinde ısrar etmiştir.
Çok eski çağlardan beri su ile hastalıklar arasında bir ilişki olduğu düşünülmüştür. Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimlik dünyasının ilk düşünürleri de vücut sıvılarının hastalık sırasında değişikliğe uğradığını görmüşlerdir. Özellikle deri yangılarında her çeşit akıntı, bazı hastalıklarda her zamankinden farklı idrar, dizanterilerde çok miktarda ve değişik nitelikte gaitanın bulunuşu hastalık sebepleri ile vücuttaki sıvılar arasında bir ilgi aranmasına sebep olmuştur. İlk olarak kanın niteliğindeki değişikliklerin hastalığı doğurduğu düşünülmüş olabilir. Fakat özellikle akut hastalıklarda safranın sorumlu tutulması fikri de öncelikle gelmiştir. Sarılık ile safra arasında ilişkiye muhtemelen daha Babilliler zamanında dikkat edilmiştir.
Vücudun diğer humorlarının değişikliği de hastalık sebebi olarak düşünülmede gecikmedi. Hipokrat’a atfedilen dört humor (muhat, kan, safra, kara safra) teorisinin hakikaten Hippocrates zamanında mı yoksa daha sonra mı geliştiği kesin olarak bilinmemektedir. Kara safranın bu sıvılar arasına sonraları katıldığı zannedilmektedir. Bilinen bir şey varsa o da humoral teorinin hipokratik çağın geliştirdiği bir teori olduğudur.
Bu teoriye göre sağlam bir vücutta çeşitli sıvılar denge halindedirler; buna crasis durumu denir. Eğer bu denge yeterli beslenememekten, büyük bir kayıptan, humorlardan birinin eksilmesi ya da bunlardan birinin çok fazla husule gelmesinden veya lokal olarak anormal bir şekilde yoğunlaşmasından bozulur ve humorların hatalı bir oranda olma durumu, discrasia doğarsa hastalık ortaya çıkar.
Humoral teorinin klinik izahı şöyle olmaktadır: Muhat (phlegma) beyinden kök alır, aşağı iner burun akıntısı olur; hasta soğuk almıştır. Akciğere inerse pneumonia olur. İniş devam ederse tüberkülozla sonuçlanır. Daha aşağıya, bağırsaklara inerse dizanteri yapar. Kara safranın uygun oranda olmayışından doğan hastalıklar daha ciddidir. Örneğin veba salgınları bu bozukluğa atfedilir. Muhat humorların en soğuk olanıdır, kışın çoğalır ve bu mevsimde phlegma hastalıkları çok görülür. İlkbaharda kan çoğalmağa: başlar, sıcak ve yaştır; onun için dizanteriler ve burun kanamalarına çok rastlanır. Sıcak ve kuru yaz safrayı artırır, malarig ve ichterus gibi hastalıklar görülür. Sonbahar kuru ve soğukça bir mevsim olduğundan kara safra çoğalır. Böylece dört humor tıpkı tabiatta sıcak, soğuk, kuruluk ve rutubetin bulunuşu gibi vücutta her zaman vardır; fakat oran her zaman aynı değildir. Empedocles’e göre bu humorlar mevsimlerle değil kâinatı teşkil eden toprak, su, ateş ve hava ile de ilgilidir.
Yukarıda özetlenmeğe çalışılan humoral teori Galen’le kuvvetli bir taraftar bulmuş ve 1g uncu yüzyılın ortalarına kadar etkili olmuştur.
Etiyoloji konusunda Hippocrates’in çağdaşlarının arasında onun tam aksini düşünen Democritus’un fikirleri solidar teori adını almaktadır. Demokritos (M.Ö, 460 — 370) Abdera’da doğmuş ve bugünkü Batı Trakya’da yaşamıştır. *Gülen filozof” olarak tanınmıştır. Democritus’a göre mevcut her şey çok küçük ve homojen olan ve atom adını verdiği ünitelerden meydana gelmektedir. Bu atomları nitelik yönünden birbirlerinin aynı olarak kabul eder; fakat bir arada bulunuşları bakımından fark gösterdiklerini düşünmüştür. Daha sonraları bu atomik görüş metodist ve solidist okulun ana fikri durumuna getirilmiştir. Buna göre hastalık vücudu teşkil eden atomların fiziksel düzelenlerinin bozulmasının bir görünüşüdür. Bu atomlar ya çok sık veya gevşek ya da bir yerde fazla sık, diğer yerde gevşek bulunabilirler, Bu durumda tedavi bu düzensiz atomları gevşetmek veya sıkıştırmağa çalışmak olmalıdır.
Hipokratik çağda hastalıkların Tanrıların kızgınlığı sonucu değil de başka sebeplerden olduğunun araştırıldığını hatta çeşitli teorilerin ortaya atıldığını görmekteyiz. Hippocrates koruyucu hekimliğe çok önem vermiştir. Diyet, hava ve eksersizle sağlığı korumalıdır. Hastalık ortaya çıktığı zaman da diyete dikkatle, basit ilâçlarla tedaviye. gidilmelidir. Hipokratın “Faydan dokunmasa hiç olmazsa zarar verme.” sözü sonraki yüzyıllarda unutulmuştur.
Hipokratik yazılarda salgın hastalıklara, belki de iklim ve coğrafya sebebi ile az çıkışından, fazla yer verilmemiştir. Epidemiler ilkin şartların değişikliğine atfedilmiştir.
Aynı çağda anatomi ve fizyoloji bilgileri de süperfisyaldir. İnsan diseksiyonu ve otopsi yapılmamaktadır. Anatomi bilgisi hayvan diseksiyonlarile sağlanıyordu. Kan damarları ile sinirler kesinlikle ayrılamıyor; nabzın varlığı bilinmiyor ya da diagnozda faydalanılmıyordu. Arterlerde kanla beraber hava (fneuma) taşındığına inanılıyordu.
Hipokrat tıp tarihinde deontolojiye önem vermekle de tanınmıştır. Kendi adına olan yemini yüzyıllar boyunca devam edegelmiştir.
Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimlik bu çağlarda hayvan yetiştiriciliğine önem verilmiştir. Hayvancılıkta sığırdan daha çok koyun ve keçi yer alıyordu. At yetiştiriciliğine ve manejlerine çok yer verilmiştir. O zamanlar bu konuda yazılmış eserler bugün Avrupa kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bunların başında ATİNALI SİMoN tarafından M. Ö. 430 yılında yazılmış olan AT Seçimi adlı kitap gelmektedir. Kitapta eşkâl bahsi iyidir. Örneğin atın omuzları derin ve geniş, boyun narin ve bol derili, sathı düz olmalı, yukarı kısmında kemerli ve hiç bir surette kısa olmamalıdır. Baş iyi yerleşmiş, yüz ve çene zayıf ve düz, çene kemikleri hafif ve küçük, burun delikleri fazla büyük olmamalı, gözler parlak ve bariz, dişler küçük olmalı. Aynı şekilde vücudun diğer kısımları üzerinde de durulmuştur. Ayak iyi, hafif, fakat kuvvetli inşa edilmiş, ne çok geniş ne de çok yüksek olmalıdır. Kuvvetli bir kornea tabakası ile küçük biçimli bir ayak en iyisidir. Hayvan yürüdükçe bir zil gibi ses vermelidir. Simon hastalıklardan bahsetmemektedir.
Simon eşkâlde ne kadar ileri bulunuyorsa filozof ve tarih yazarı XENOPHON M.Ö. 380’de yazmış olduğu Atların Seçimi, Manet ve Terbiyesi adlı eserile sağlık korumada o kadar ileri olup Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimlik durumu göstermektedir. Xenophon eserinde sık sık Simon’dan bahsetmektedir.
Kitabın dördüncü bölümünde hayvan meskenlerinin hijyeni ve atların ayaklarının bakımı ele alınmıştır. Temizlenmemiş rutubetli ahır zemini ayağı bozmaktadır. O çağda henüz nalın bilinmediği düşünülürse bunun önemi daha iyi anlaşılır. Ahır zemini. tırnağın zamanla sertleşip kuvvetlenmesi için: taş parke yapılmalıdır. At bakımının bütün inceliklerine inilmiş, tımardan bahsedilmiştir. Ayakların yıkanmasını uygun görmez. Ahırların havalandırılmasına da temas etmiştir.
Av köpeği yetiştirilmesi konusunda Xenophon “Dişi köpeği kızgınlık periyodunun sonuna doğru (bunun 14 gün olduğunu yazmaktadır) iyi bir köpekle çiftleştir, hemen gebe kalır. Gebeliğin sonuna doğru ava devamlı olarak değil, ara sıra çıkar. Aksi halde yavru düşebilir. Gebelik süresi altmış gündür, başka dişi köpeğin yanına koyma. Yavrulara bir yaşına kadar süt ver ve muntazam bir gıda rejimi tayin et. Ağır besin yavru köpekler için zararlıdır.” demektedir.
M. Ö. 4 üncü yüzyılın veteriner tarihi yönünden en önemli kişisinin Aristo olduğundan şüphe yoktur. Aristoteles (M.Ö. 384 — 322) Aesculap mabedinde çalışmış bir hekimin oğlu olup Makedonya sahillerinde Stagira’da doğmuş, Eflatun’un öğrencisi olmuştur. Aristo zamanının en büyük bilgin ve filozofudur. Çok yüzyıllar sonra İslâm uygarlığı çağında Aristo o kadar iyi incelenmiştir ki kendisine muallimi evvel denmiştir. Türkçe veterinerlik konusunda kitaplar (baytarnameler) Aristo’nun ismi ile başlar.
Aristo felsefede olduğu gibi zooloji araştırmaları ile de 18 inci yüzyıla kadar canlılığını muhafaza etmiştir. Zaman zaman mantık, botanik, komparatif anatomi, zooloji, embriyoloji ve fizyolojinin kurucusu sayılmıştır. Zooloji çalışmaları bir insanın ömrüne sığmayacakmış gibi görünmektedir. Gözlemciliği olağanüstüdür. Örneğin bugünkü evolusyon teorisine yakın fikirlere sahip olacak kadar derin bir görüşü vardır. Cansızlar basamağından sonra, hayvanlara kıyasla cansız, diğer cisimlere göre canlı olan bitkiler gelir. Bunlarda hayvanlara doğru yükselen basamaklar vardır. Denizde süngerler gibi bazı canlıların bitki ya da hayvan olduğunda tereddüde düşülebilir. Yalnız bu arada büyük bir hata yaparak bitkilerde cinsiyet olmadığını söylemiştir. Buda M. S. 1694 J. Camerarius’a kadar gecikmeye sebep olmuştur. Yumurtada daha ilk günden civciv gelişmesini incelemiş böylece embriyolojinin kurucusu olmuştur. Aristo maymunları (ape) insanla vivipar hayvanlar arasında mütalâa eder.
Historia Animalium adlı kitap bu geniş incelemeleri ihtiva eden, fakat aynı zamanda hatalarla dolu olan büyük eseridir. “Biyoloji yeniden böyle bir esere sahip olabilmek için 20 yüzyıl beklemek zorunda kalmıştır. Aristo insanı gelişmiş bir hayvan olarak kabul eder. Hayvan diseksiyonları ile elde ettiği bilgileri insana da uygulamıştır. Örneğin insan böbreğini de sığır böbreği gibi parçacıklı zannetmiştir. Fizyolojide de önemli hatalar yapmıştır. Daha kendinden yüz yıl önce Alchmaeon’un beyni zekânın ve sinir sisteminin merkezi olarak bildirmesine karşılık Aristo “Kalp his organlarının merkezidir, beyin kanı soğutmaya yarar ve muhat ifraz eder.” demiştir. Arterlerin kanla beraber hava taşıdıklarına inanmıştır.
Histora Animalium’da fizyoloji, hayvan bakımı, hayvan hastalıkları konusunda bölümler vardır. Atlarda safra kesesi olmadığına dikkat etmiştir. Oysaki M. S. 18 inci yüzyılda bir kısım veterinerler atlarda safra kesesi hastalıkları ve operasyonlarından bahsetmektedirler. Koyunların beslenme ve bakımlarına değinmiştir. Atlarda hernia inguinalis‘in kastrasyonla tedavi edilebileceğini bildirmiştir. Tetanoz iyi semptomlarla açıklanmıştır. Atlarda gurm (gourme, adenitis eguorum) apselerin varlığı ile belli olmaktadır. Arpalama fazla arpa verilmekten olur. Açlık çukurluğunun çekilmesi ile seyreden kalp ağrısının tedavisi yoktur denmektedir. Smith’e göre bu hastalık soluğanlık (anfizem) dan başka bir şey değildir. Tarla faresi tarafından ısırılan hayvan zehirlenir. Küçük lezarlar da zehirli addedilmişlerdir. Gene Smith’e göre anthrax gibi birden görünen hastalıklarda sebebi zehirlenmeye atfetmek çok kolaydır. Zaten bu tarla faresinin ısırması ile zehirlenme inanışı 18 inci yüzyıla kadar sürüp gelmiştir. Bugün memleketimizde de halk arasında ani olan, özellikle koyunlarda görülen hastalıklar zehirlenme olarak bakılmaktadır ki bu enterotoxemie’den başka bir şey değildir. Eşeklerde melis denilen, kanlı burun akıntısı ile görülen hastalık akciğerlere inerse hayvan kısa zamanda ölür. Burada malleusdan bahsedilmektedir.
Domuzların kızıl, veba ve anthrax gibi hastalıkları tipik semptomlarla açıklanmaktadır. Domuzlarda ovariotominin daha Aristo zamanında uygulandığı anlaşılmaktadır. Sığırların en önemli kabul edilen iki hastalığı şap ve pleura-pneumoia contagiosa bovis gözükmektedir. Genç sığırlarda kapalı kastrasyon tarif edilmiştir. Köpeklerde üç hastalık önemlidir. Bunlardan biri kuduzdur, diğerleri anlaşılmaz. Aristo burada önemli bir hata yapar. “Kuduz köpek ısırmasıyla kuduza yakalanmayan tek hayvan insandır.” demektedir. Veterinerlik konusunda en son paragrafta fil hastalıklarından en çok meteorismus ve diare’ye rastlanılmakta olduğu bildirilir.
Çok olduğu bilinen eski ziraat yazarlarının yazıları kaybolmuştur. İsa’dan kısa zaman önce yaşayan Varro bunlardan elli kadarını bildiğini yazmaktadır. Şüphesiz ki bunlar veterinerliğe ait bölümleri ihtiva ediyordu.
M. Ö. 1 inci yüzyılda yaşayan Paraxamus Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimlik has orijinallik ve gözlemcilik ruhu göstererek veteriner hekimlik konusunda yazmıştır. Sığırlarda apoplexi, diare, hazımsızlık ve sancıları anlatmıştır.
Eski Yunanistan’da Veteriner Hekimlik bundan sonrası için Bizans’a kadar fazla bir bilgiye sahip değiliz. Yalnız veterinerlere hippiatroi dendiğini, attan başka sığır, özellikle koyun hastalıklarına önem verildiğini görmekteyiz. Daha sonraki yüzyıllarda, çok uzun zaman için Batıda attan başka hayvan veterinerlerin dikkat ve ilgisine mazhar olmayacaktır.
Kaynakça
Veteriner Tarihi, Prof. Dr. Nihal Erk, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1966, 26-33.