Hayvancılığın ve Veteriner Hekimliğinin Sorunları
Değerli Meslektaşlarım,
Son günlerde gruplara gelen ve ilgimi en çok çeken iletiler arasında Sayın Dr. Mestan Özyer’in Yeni Yıl Kutlama Mesajını, Sayın Ramazan Boztepe ’nin ”Tartışılan Toplumun Tartışan Veteriner Hekimleri Olmalıyız” konulu yazısını ve son olarak da AB-Veteriner Hekim Platformunun tartışmaya açtığı ” 5996 Sayılı Kanun Yürürlükte, Ya Sonrası” başlıklı metni sayabilirim. Bu yazımda, anılan iletilerin içeriği konusundaki kimi görüşlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Sayın Dr. Mestan Özyer’in Yeni Yıl Mesajında belirttiği hususların tümüne hiç düşünmeden imzamı atarken dile getirdiği iki tümce üzerinde özellikle durmak istiyorum. Bunlar ”Çağdaş bir mesleki yapıyı kurmak için kendi gücümüze ve iç dinamiklerimize dayalı bir çalışmayı ve yapılandırmayı başarmalıyız” ve ”Çalışmaları sadece yöneticilere ve seçilmiş kişilere bırakmadan her alanda bir şeyler yapmalıyız” tümceleri.
Gerçekten de, 168 yıldır mesleğimizin uğradığı her haksızlığa iç dinamiklerimiz sayesinde nasıl karşı koyup ayakta kalabilmişsek, hiç kuşku yoktur ki bundan sonra düşeceğimiz bunalımlardan da gelmiş geçmiş on binlerce meslektaşımızın yıllardır büyük bir emek ve özveri ile oluşturduğu iç dinamiklerimizden güç alarak çıkmayı başarabiliriz. Yoksa, ne Avrupa Birliği ne de uluslar arası öteki kuruluşlar bizim yaramıza merhem olabilir. Tam tersine bu gibi kuruluşlar Türkiye’de hayvancılığı ve onun ayrılmaz bir parçası olan veteriner hekimliği yok edip Ülkemizi üçüncü sınıf reforme hayvanları ve elde kalmış hayvansal ürünleri için pazar yapmak istemektedirler. Nitekim geçtiğimiz yılın sonunda suni olarak yaratılan kırmızı et sorununun Türkiye’yi geçmişte hiç rastlanmadık bir biçimde kurbanlık koyun ve buzağı ithalatına kadar getirdiği süreç bu gerçeğin bir kanıtı olarak apaçık ortadadır. Lütfen gözümüzü açalım ve bu gibi emperyalist oyunlara alet olmayalım. Bu uğurda yine Sayın Özyer’in belirttiği gibi yöneticilerden ve seçilmiş kişilerden medet ummak yerine kendi çocuklarımızın ekmeğine karşı tezgahlanan bu gibi oyunlara bireysel olarak da her ortamda karşı çıkmayı bilelim.
Sayın Ramazan Boztepe gerçekten de hepimize örnek teşkil edecek bir tutum sergiliyor. Yurt dışında çalışan birisi olmasına karşın, ülkemizi dışarıdan gözlemenin de verdiği avantajla mesleki sorunlarımıza Türkiye’de az görülür cinsten yaklaşımlar getiriyor. Örneğin, gruplara son gönderdiği ”Tartışılan Toplumun Tartışan Veteriner Hekimleri Olmalıyız” başlıklı yazısında mesleğimizin çağdaş paradigmalarını sıralarken şimdiye değin hiç rastlamadığım ve yazılarımda da kullanmadığım ”global açlığın önlenmesi” olgusunu gündeme getiriyor. Gerçekten de Dünya, yüzyılımızdaki olası savaşların artık su ve gıda paylaşımı konusunda olacağını ileri süren stratejistlerin tahminlerini doğrulayacak bir biçimde global açlığın sarmalına giriyor.
Küresel ısınmanın ve tatlı su kaynaklarının azalmasının doğurduğu bitkisel üretim eksikliği, hayvansal üretimi de olumsuz yönden etkileyerek Afrika’dan başlayıp hızla Dünyanın öteki bölgelerine yayılan bir global açlık sorununa neden oluyor. İşte bu bağlamda, Türk veteriner hekimleri olarak hayvansal üretimin artırılması ve global açlığın önlenmesi konusundaki çabalarımızı yoğunlaştırmamız gerekiyor. Bu konuda bizlere düşen öncelikli görev ise gittikçe azalan hayvan varlığımızın verimliliğini daha da artırmak adına Dünya’da son yıllarda hızla gelişen kimi nano-biyoteknolojik yöntemlerden de yararlanarak yeni bilimsel çalışmalar yapmak olmalıdır. Bu konuda, Sayın Ramazan Boztepe gibi Yurt dışında çalışan meslektaşlarımızın da katkılarının büyük olacağına inanıyorum.
AB-Veteriner Hekim Platformu üyelerine gönderdiği son iletide adı bile aşureye benzeyen ”Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununu” gündeme getiriyor ve kanuna uygun olarak hazırlanması gereken yönetmeliklerde yaşanan çarpıklıklara dikkat çekiyor. Biraz kişisel olacak ama her ikisi de birer kamu görevlisi olan ve moderatörlük görevini yıllardır başarı ile sürdüren Sayın Dr. Mestan Özyer ve Sayın Cengiz Taş meslek örgütlerimizin bile her nedense dile getiremedikleri türden konuları büyük bir cesaretle ortaya atabiliyor ve meslektaşlarımızın tartışmasına açabiliyorlar. Bu davranışlarından ötürü kendilerini yürekten kutluyorum.
Geçtiğimiz Aralık ayında yürürlüğe giren “Çorba Yasa” AB’nin direktifleri sonucu sırf bir fasıl açmak adına hiç tartışılmadan alelacele hazırlanmış ve bizimkiler dışında ilgili tüm mesleklerin örgütlerinin karşı çıktığı yanlışlarla dolu ucube bir yasadır. Bu yasa AB dışında hiç bir kesimi memnun etmemiş, mesleğimizin çatısını oluşturan Veteriner Halk Sağlığı konusunu düzelteceği yerde içinden çıkılmaz bir duruma sürüklemiştir. Böyle baştan sakat olarak hazırlanmış bir yasaya uygun olarak çıkarılacak yönetmeliklerin de ”yönetmelik yasaya aykırı olamaz” ilkesinin gereği olarak sakat olacağı şimdiden bellidir. Aynı şekilde yine AB’nin direktifleri ile hazırlanan ve meslek örgütlerimizin her nedense yine karşı çıkamadıkları Tarım ve Gıda Bakanlığı Yasa Taslağı’ nın , yıllardır savunduğumuz ve halen yürürlükteki Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesinin de amir hükmü olan bağımsız sektörel örgütlenme modelini tümüyle reddeden bir anlayışı içermesi kısa sürede mesleğimizin kamuda yok olmasına yol açacak sonuçları doğurabilecek gibi görülmektedir.
Daha önceki yazılarımda da ısrarla vurguladığım gibi tüm meslek örgütlerimize ve bireysel olarak da bizlere düşen en önemli görev, ne yazık ki yeni yürürlüğe girmiş olan bu “Çorba Yasaya” ilgili yönetmeliklerin hiç olmazsa mesleki çıkarlarımıza daha uygun olarak hazırlanması konusunda çaba göstermek, yakında T.B.M.M.’inde görüşülecek olan Bakanlık Yasa Taslağına ise gerektiğinde hayvan yetiştiricilerinin de desteğini alarak şiddetle karşı çıkmaktır. Önceki reorganizasyonda meslek büyüklerimizin ” yahu bunlar veteriner hekim sözcüğünü bile ortadan kaldıracaklar ” yollu uyarılarına genç bir Oda Başkanı olarak duyarsız kalıp ” mümkün değil, artık bu kadarı da fazla ” diyerek karşı çıkmamam içimdeki en büyük uktelerden biridir. Şimdi, meslek örgütlerimizin yönetimlerinde bulunan genç meslektaşlarımın da ileride benim düştüğüm duruma düşüp
vicdan azabı çekmemeleri için bu uyarıma kulak vermelerini önemle rica ediyorum. Hükümete önerim ise AB’nin vaatlerine kanıp alelacele hazırladıkları Bakanlık Taslağını derhal geri çekmesidir. Daha dün Ülkemizde konuk olarak bulunan Yunanistan Başbakanı bir külhanbeyi edası ile Başbakanın, Bakanların ve Dünyadaki tüm Türk Büyükelçilerinin gözleri önünde “Kıbrıs’ta işgale son vermezseniz AB’ne giremezsiniz” demedi mi? Şimdi, bunların dostluğuna güvenip de Türkiye’de büyük bir kesimin geçimini sağlayan hayvancılığı yok edecek ve halk sağlığını için tehdit oluşturacak kararlar almanın vebalini yıllar boyu taşımaya gerek var mı?
Son olarak da her genel ya da yerel seçim öncesinde dile getirmeye çalıştığım bir konuya yeniden değinmek istiyorum. Biliyorsunuz Haziran ayı içerisinde Türkiye’de Milletvekilliği Genel Seçimleri yapılacak. Aday belirleme süreci ise sanıyorum Nisan ayı sonunda bitiyor. Yirmi yılı fakültelerde ve meslek örgütlerinde yöneticilikle geçen kırk yıllık meslek hayatımın bana öğrettiği önemli gerçeklerden birisi de Türkiye’de sorunların kamu kuruluşlarında ya da meslek örgütlerinde değil Türkiye Büyük Millet Meclisinde çözüleceği
hususudur. Onun için meslektaşlarıma naçizane çağrım durumu müsait olanların ve isteklilerin Dünya görüşlerine uygun bir partiye adaylık için başvurmalarıdır. Milletvekilliği için Veteriner Hekimlerden daha uygun bir meslek mensubu olduğunu asla düşünmüyorum.
Çünkü hemen her gün halkın içinde , ahırında olan başka bir meslek mensubu tanımıyorum. Şimdi kimi meslektaşlarımın haklı olarak ” doğru söylüyorsun da Tarım Bakanı da bizden, hani ne oldu” dediğini duyar gibiyim. Ama siyasal tarihimiz meslekleri için çok önemli işler yapan milletvekilleri ile de doludur. Daha önceki yazılarımdan birinde de bahsettiğim gibi Türkiye’de ilk Orman Bakanlığı 1970 li yıllarda milletvekilliği yapan, daha sonraki yıllarda da Orman Bakanlığı ve Meclis Başkanlığı gibi görevlerde bulunan Orman Mühendisi Sabit Osman Avcı sayesinde kurulmuştur. Yine, 1970 yılında veteriner hekimlere bin lira tazminat çıkarıp örneğin benim gibi yeni mezun bir Sivas Merkez Veteriner Hekiminin Sivas Valisi kadar maaş almasını sağlayan da Balıkesir Senatörü rahmetli meslektaşımız Hasan Ali Türker dir. Türkiye’de Şap Enstitüsü’nün kurulmasını da yine bu rahmetli meslektaşımız sayesinde olmuştur. Benzer şekilde, muhalefete mensup
bir Milletvekili olmasına karşın büyük bir duyarlılıkla mesleki sorunlarımıza sahip çıkan değerli öğrencim Sayın Ramazan Kerim Özkan’ın çalışmaları da bizlere örnek olmalıdır. Onun için, kötü örneklere bakmadan gücümüz ölçüsünde T.B.M.M ‘inde ne kadar çoğalabilirsek mesleki sorunlarımızın o kadar kolay çözüldüğünü hep birlikte göreceğiz.
Son günlerde mesleğimizin gündemini işgal eden kimi konulardaki görüşlerimi her zaman olduğu gibi yine sizlerle paylaşmak istiyorum.
Geçenlerde gruplara yazdığım mailleri tasnif ederken gözüme çarpan ” Türkiye’de Veteriner Hekimliği Yükseköğretimi ” başlıklı yazımı tekrar tartışılması amacıyla hiç değiştirmeden AB-Veteriner Hekim Platformuna’na göndermiştim. Yazım ilk yayınlandığından daha fazla ilgi çekti ve çok sayıda meslektaşımız tarafından irdelendi. Bu tartışmalarda veteriner halk sağlığına vurgu yapılması dikkati çeken en önemli nokta idi. Bu konuya kendini adamış olan Sayın Adnan Serpen’ in de sıkça vurguladığı gibi fakültelerimizin idari yapılanmalarında ve öğretim planlarında veteriner halk sağlığı konusuna gerekli önemi vermeyişleri gerçekten çok düşündürücü ve üzücü. Türkiye’de veteriner hekimliği yükseköğretimi kanımca veteriner halk sağlığı, eko-sistem ve gıda güvenliği, hayvan hakları ve refahı gibi çağdaş paradigmalar üzerine kurulmalı ve tüm bunların bileşkesi olarak da ”Tek Sağlık” olgusu mesleğimizin gelecekteki vizyonunu oluşturan en önemli bir unsur olmalıdır. Sağ olsun, Sayın Dr. Bülent Ilgaz’ın Sayın Adnan Serpen’in mailinden Türkçeye çevirdiği FVE sunumunun sonunda da vurgulandığı gibi veteriner hekimliği artık tümüyle bir sağlık mesleğidir. Bence bu söylem mesleğimizin çağdaş vizyonunun temel bir sloganı olmalı ve tüm fakültelerimizle mesleki örgütlerimiz bu konsepte uygun politikaları tez elden hayata geçirmek adına çabalarını yoğunlaştırmalıdır.
Akredite Veteriner Hekimliği konusu 5996 sayılı ” Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı,Gıda ve Yem Kanunu”nun 13 Aralıkta yürürlüğe girmesi ile yeniden güncellik kazandı ve gruplarımızda en çok tartışılan konuların başında geldi. Veteriner Hekimleri Birliği’nin gruplara göndermiş olduğu yazıdan anlaşıldığı kadarıyla Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı kesim yerleri ve hayvansal gıda işleklerindeki güvenliği kamu veteriner hekimleri ve yetkilendirilmiş serbest veteriner hekimler aracılığı ile sağlamak istemektedir. Kanımca bu konuda tek yetkili merci kamu veteriner hekimleri olmalıdır. Bilindiği gibi Avrupa Birliği Ülkelerindeki kamu veteriner hekimliği neredeyse sadece gıda güvenliğini sağlamak amacıyla vardır. Yoksa geçenlerde bir meslektaşımızın gruba yazdığı mailde de belirttiği gibi kesintilerden sonra ele geçen asgari düzeydeki bir ücret ile serbest veteriner
hekimlerin yetkili olarak bu hassas ve bir o kadar da zorlu görevi layıkıyla yerine getirmeleri mümkün değildir. Türkiye’deki eğitim ve din hizmetleri kuşkusuz çok önemlidir ama bu alanlara her yıl atanan on binlerce kamu personelinin onda biri kadar bile veteriner hekime Devlet yine çok önemli olan gıda güvenliğini sağlamak amacıyla kadro verse sanıyorum halk sağlığı ve gıda güvenliği daha iyi korunmuş olur.
Hele bir de gıda güvenliği alanında destek olacak Gıda Zabıtası olgusu hayata geçirilirse işler daha da iyiye gider diye düşünüyorum. Son günlerde ilgimi çeken konulardan birisi de çiğ süt ve kırmızı et üzerindeki tartışmaların sanki bu çok önemli iki gıda maddesinin sorunları bitmiş gibi bıçakla kesilir gibi birden bire sona
ermesidir. Oysa her iki ürünün sorunları da bitmemiş, aksine büsbütün artmıştır. Sıfır faizli kredi ile devreye giren binlerce süt sığırcılığı işletmesi suni tohumlamanın yaygınlaşması sonucu zaten artış trendine giren çiğ süt üretimini daha da çoğaltacak, süt ve süt ürünleri tüketiminin halkın alım gücü düşüklüğü nedeniyle buna parelel gitmemesi sonucu da ya üretilen çiğ süt elde kalacak ya da fiyatı iyice düşerek yine yüz binlerce sağmal ineğin kesime gitmesi durumu ortaya çıkacaktır. Bu da bir kısır döngü biçiminde şimdilerde görece
azalan parakende kırmızı et fiyatlarının yeniden artacağı anlamına gelir. Zaten şu anda çiğ süt fiyatları bir seçim politikası olarak hükümetin kutu süt üreticisi bir kaç firmaya yaptığı baskı sonucunda bu düzeydedir.Yoksa, seçimden sonra çiğ süt fiyatlarının bugünkünün çok altında kalacağını söylemek büyük bir kehenet olmayacaktır.
Kırmızı ette ise, kasaplık ve besilik hayvan ve karkas et ithalatından sonra yeni çıkarılan bir kararname ile 80 kilograma kadar buzağı ithalatının da serbest bırakılması belki kırmızı et üretimine görece bir yarar sağlayabilir ama kısa vadede tek karı buzağısı olan süt sığırcılığı üreticilerini büyük bir sıkıntıya sürükleyerek çiğ süt ve kırmızı etteki sorunları büsbütün artıracaktır. Çözüm kanımca Devletin üreticilere verimliliği öncelemeyen hayvan başına destek yerine verimliliği önceleyen üretilen her litre çiğ süt başına destek vermesi ve bunda da karlılığın ölçütü olan bir litre çiğ süt ile bir buçuk kilogram kesif yem alabilmeyi sağlayacak bir pariteyi uygulamasıdır.
Bu da, bugün ortalama çiğ süt fiyatı olan 70 kuruşa şimdilerdeki 4 kuruş yerine fiyatın %50 si oranında yani 35 kuruş destek vererek çiğ süt alım fiyatını yaklaşık bir liraya yükseltmesidir. Bu rakam üreticiler için yeterli olmasa da bunca krizden sonra rahat bir nefes almalarını sağlayabilir.
Son olarak değinmek istediğim bir diğer husus da hayvancılık ve veteriner hekimliği politikalarının Avrupa Birliği’ne uyumu konusudur. Sağ olsunlar AB-Veteriner Hekim Platformundaki meslektaşlarımızın karşılaştırmalı olarak bizlere sundukları ilerleme raporu özetinde yer alan hemen hiç bir konuda 2010 yılında ilerleme sağlanamadığı görülmektedir. Böyle giderse uzun yıllar boyunca hayvancılık ve veteriner hekimliği konusunda AB müktesebatına uyum sağlamamız mümkün olamayacaktır. Öte yandan, düşünün ki yendikleri bir maçtan sonra bile Karşıyaka Basketbol Takımımızın oyuncularına taşlarla ve sopalarla saldıran Kıbrıslı Rumlar AB’nin asil bir üyesi olarak sırası geldiğinde Türkiye’nin AB’ye girişi konusunda oylama yapacaklardır. Bu oylamadan olumlu bir sonuç çıkmayacağı Türklere karşı kinleri gittikçe artan Kıbrıslı Rumların şimdiki şövenist tutumlarından bellidir. Onun için ,siyasi iktidar boş hayaller peşinde koşmayı bırakarak Türkiye hayvancılığını bitirmek konusundaki çabalarına derhal bir son vermeli, bir fasıl açmak adına AB’ne ödün
vermek için hazırladığı Tarım ve Gıda Bakanlığı Yasası Taslağını derhal geri çekmelidir. Aksi taktirde mesleki örgütlerimiz ve üretici birlikleri bu taslağa tüm güçlerini ortaya koyarak şiddetle karşı çıkmalıdır.
Yoksa, Albert Einstein’in dediği gibi hiçbir sorun o sorunu yaratan zihniyetle çözülemez. Tüm meslektaşlarıma sağlıklı ve mutluluk dolu yeni bir yıl diler, saygılarımı sunarım.