Evcilleştirilip istenmeyen canlar, hiçbir canlı hayatı boyunca sokakta yaşayıp doğa değil sokak, yani beton zeminler ve binalardan bahsediyorum. Yarı aç yarı tok ve hasta olarak gezip, o kadar sevgiye muhtaçken belki de başı okşanmadan ölmeyi hak etmez.
Düşünsenize; sokakta yaşıyorsunuz, dilinizi kimse anlamıyor, herkes itip kakıyor, yemek bulmak için çöp eşeliyorsunuz ve bir yeriniz kesiliyor, parçalanıyor. Hasta oluyorsunuz ama yardım isteyemiyorsunuz. Kışın soğuktan donuyor olsanız bile her yer bina, kapılar kapalı, sığınacak yer yok…
Daha da kötüsü aşağılık bir canlı gelip tecavüz ediyor ve iç organlarınız parçalanarak ölüyorsunuz…
Hayvanlar doğada, kendi habitatında yaşamalı ama insanoğlu onlara yaşam alanı bırakmadı. Önce evcilleştirdi fakat şimdi istemiyor. Hayat kimseye adil değil ama onların seçim yapma hakkı bile yok. Onların bizi anlamaları, işimizi görmelerini kendi lehimize kullandık, bizim için koyunları korur, kızak çekerler, hatta arama kurtarma faaliyetlerinin köpeksiz yapılması neredeyse mümkün değildir. Ayrıca içgüdüleri de her zaman insanları korumaya yöneliktir. Kendi insanları olarak gördüğü kişiyi korumak için her şeyi yaparlar. Küçücük bir tür bile olsa, o an aslan kesilir…
İnsanları memnun etmeye o kadar odaklıdırlar ki eğitimler sonucunda insanlara itaat ederler, onları liderleri olarak görürler. Hatta birçoğu, eğitime fazlasıyla açıktır. Günümüz koşullarında sokakta yaşayan bir köpeğe biraz ilgi gösterip her gün eve girip çıkarken onunla yarım saat geçirseniz, bir süre sonra komutlarınıza uyduğunu görebilirsiniz. Tabi bunun için onu gerçekten sevdiğinizi hissetmeli. Bir canlıya elbette bağırarak ya da döverek de bir şeyleri yaptırabilirsiniz lakin öğretemezsiniz. Sizden korktuğu için yanınızda istemediğiniz davranışları göstermeyebilir fakat siz olmadığınızda emin olun ki bu davranışları tekrar edecektir. Peki, sadece sizin yanınızda kurallarınıza uyması eğitim midir?
Hayır, eğitim değil bu tamamıyla saf bir korkudur. Sevgi ve ilgiyle yaklaşıldığında eğitim alamayacak köpek yoktur. Kimi zor, kimi çok kolay öğrenir, kimi inatçıdır fakat eninde sonunda komutlarınızı anlar ve öğrenirler. Tabi bunun için de insanın, gereken sabrı gösterebilecek ve eğitim verebilecek kapasiteye sahip olması gerekir. Gelişmiş bir kapasiteden bahsetmiyorum. Demeye çalıştığım şey, köpeklerin “bazı insanlardan” daha üstün algı ve kapasiteye sahip oldukları bir gün ispat edilirse asla şaşırmayacağım.
Düşünün ki çocuğunuz çakmakla oynuyor ve bunun için ona kızıyor, dövüyorsunuz. Siz varken asla çakmağa ellemeyecektir fakat siz görmezken emin olun her fırsatta çakmak bulmaya çalışacaktır. Ebeveynlerin bu konudaki tecrübeleri eminim çok daha fazladır. Fakat gerçek şudur ki köpeği olanlar da aslında onların ebeveynleri olurlar. Onlara her şeyi öğreten, hastalıklarıyla ilgilenen, masraflarını karşılayan, yemeğini suyunu veren vb gibi ihtiyaçlarını sağlayan kişi ebeveyn değil de nedir ki?
Sevgiyi bu listeye eklemedim. Sevgi başlı başına incelenmesi gereken çok ayrı bir unsurdur. Ebeveyn olmak da zaten çocuğa karşı koşulsuz bir sevgiyle başlar. Köpekle de kurulan ilişki koşulsuz sevgi gerektirir. Çünkü bir köpek mutlaka sizi koşulsuz sevecektir ve onu ne kadar severseniz sevin, onun sizi sevdiği kadar sevemezsiniz.
Bir köpeğin beklentileri yüksek değildir. Lüks bir ev ya da en pahalı mamayı isteyecek değildir. Sadece başını sokacak bir yer, karnını doyması, sağlığının yerinde olması ve sevilmek. Bahçede kulübesinde yaşayan bir köpeğin yan sokaktaki evde daha kaliteli mama var diye gidip oraya yerleştiğine muhtemelen kimse şahit olmamıştır. Hatta çoğu köpek dövüldüğü evden bile kaçmaya teşebbüs etmez. Bunun nasıl bir sadakat boyutu olduğunu benim aklım almıyor, sizi bilmiyorum.
Sadakat demişken, birçok köpeğin sahibi ölünce mezarı başından ayrılmadığını, yemek yemeyi reddettiğini ya da sahibi hastanedeyken hastane bahçesinden ayrılmadığını mutlaka duymuş ya da haberlerde bile olsa görmüşsünüzdür. Sadık köpekler konusunda ilk akla gelen Haçiko’nun hikayesidir, filmi yapılıp Richard Gere oynamıştır.
Bilmeyenler İçin Ekliyorum
“Haçiko (10 Kasım 1923 – 8 Mart 1935), Akita iline bağlı Ōdate’de doğan, ölünceye kadar sadakatle bağlı olduğu sahibini her gün işe giderken bindiği metro istasyonu olan Shibuya Metro İstasyonu’nun kapısında bekleyen Akita cinsi köpek.
1924 yılında Tokyo Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde görev yapan Japon profesör Dr. Hidesaburo Ueno, küçük bir köpek yavrusu buldu. Profesör Ueno, köpeğin adını Japoncada “sekizinci” anlamına gelen Haçiko adını koydu. Safkan akita cinsi beyaz bir erkek olan Haçiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya kadar yürüyen sahibine eşlik etti. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde metronun çıkışında profesör Haçiko’yu kendisini beklerken gördü ve çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.
Ondan sonraki bir yıl boyunca, Haçiko her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da metronun önünde karşıladı. Hiç saatini şaşırmadı.
Ama bir akşam metrodan çıkmadı profesör. Haçiko gözleri metronun kapısında gece boyunca bekledi. Bir sonraki akşam yine yoktu profesör. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı. Üniversite’de kalp krizi geçirip ölmüştü profesör.
Haçiko her akşam ”sahibim metrodan gelecek” diye inatla bekledi. Haftalar, aylar boyunca her akşam Tokyo metrosunun Shibuya İstasyonu’nun kapısına gitti. Haçiko tam 9 yıl boyunca sahibinin gelmesini bekledi. 1935’te, 11 yaşındayken metronun kapısında öldü.
Bugün Tokyo’ya gidenlerin Shibuya istasyonunun kapısında karşılaştığı köpek heykeli Haçiko’dur. Japonlar, sadakat ve insan-hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra 9 yıl boyunca sahibini beklediği yere Haçiko’nun heykelini diktiler.”
Bu yaşanan olayın çok benzerlerini biraz dikkatle bakarsanız her yerde görebilirsiniz. Lakin bu sadakate ve vefaya insanın karşılığı çoğu zaman vefasızlık ve nankörlükle olmuştur. Bırakın barınakları ki barınakların hali öyle içler acısıdır ki onunla ilgili ayrı bir yazı yazmak gerekir, sokaklarda bile terk edilmiş nice istenmeyen canlar görürsünüz. Her gün gerek besleme noktalarımda; gerek evimin, iş yerimin etrafında, gerekse bana sosyal medya üzerinden ulaşan insanlar aracılığıyla onlarca can görüyor duyuyorum. Boynunda kalın tasma izleriyle Alman kurtları, kim bilir kaç kere yavru alınmış, memeleri yavru emzirmekten bitap düşmüş Golden’lar, tek gözü kör olmuş, yaşlanmış av köpekleri ve daha niceleri… Sadece köpekler değil elbet, daha birkaç gün önce, o çok para verilerek satın alınan (bir canlıya para ödeyerek sahip olma kavramını asla anlayamıyorum, bana sadece köleliği çağrıştırıyor) “kırık kulaklı” denilen Scottish fold cinsi bir kediyi çöp kenarında buldum. Yaşı büyük, kilolu ve tertemizdi. Etrafta çok köpek olan bir alan olduğu için orada bırakamazdım; çünkü evde büyüyen bir kedi, içgüdülerini hayatı boyunca kullanmadığından köpeklerden nasıl kaçacağını, nasıl yemek bulacağını, tehlikeleri ayırt etmeyi sokakta büyüyen bir kedi kadar bilemez ki günümüz şartlarında onların da içgüdülerinin sokak yaşamına uygunluğu tartışılır.
Yaşamaları gereken doğada, avlarının olması ve otoyolların olmaması gerektiğini düşünüyorum. Çok mu şey istiyorum onlar için? Eğer ki bizlerle evlerimizde yaşayacaklarsa da ömürlerinin sonuna kadar elimizden geldiği kadar iyi bakmalıyız. Bu onlara karşı mecburiyetimizdir. Eğer evimize biz alıyorsak, ömür boyu mesul olacağımızın da bilincinde olmalıyız.
Onlar insanların çocukları gibi hastalanır, acıkır ve üşürler. Herhangi birine ya da kendimize alacağımız peluş oyuncaklar değildirler. O nedenle bunun bilincinde olmalı ve buna göre sorumluluk almalı ya da almamalıyız, aynı şekilde bu bilinci çocuklarımıza da aşılamalıyız. Hiçbir canlının bir diğer canlının hayatıyla keyfi olarak oynamaya hakkı yoktur zira üstün ırk diye bir şey olmayıp her canlı eşit yaşama hakkına sahiptir.
Doğada güçlü olan hayatta kalır, zayıfı yener hatta yer. Doğal seleksiyon vardır ama zirai ilaçlar, toksik atıklar ya da tecavüz doğal seleksiyon değildir. Aslanların yediği geyiklere üzülmüyorum kısaca, bu doğal yaşamın bir parçasıdır. İnsanların duvarına kafasını asmak için ya da spor olarak niteledikleri katliamlarda vurdukları istenmeyen canlar ‘a yapılanların yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Bir de hayvanat bahçesi denilen hapishaneler var. Hayvanat bahçeleri ya da barınaklar, hayvanların geçici olarak tedavi ve rehabilitasyonunun yapıldığı hizmet alanları olmalıdır. İnsanları tatmin etmek için hayvanların tutsak edilip sergilendikleri yerler değil. Bir canlıyı doğal yaşam alanından ayırıp, küçücük bir kafese tıkmak ona yapılabilecek en büyük işkencelerden biridir. Öyle olmasaydı aynısını insanlar suçlulara uyguluyor olmazlardı. Kaldı ki insanlar çok merak ediyorlarsa, bu canlıları gidip doğal yaşam alanlarında, rahatsız etmeksizin de görebilirler. Bunun için safariler düzenlenmektedir.
Çok basit şekilde aktaracak olursam, eskiden (yüzyıllar öncesinden bahsediyorum) “köpek” diye bir şey yoktu. Kurtlar vardı ve evcil değildiler. İnsanlarla ortak bir alanda yaşayan bu kurtlar zamanla yine insanlar tarafından evcilleştirildiler. Daha insan canlısı olanların yapay seçilimle sayısının artması sağlandı ve uzun yıllar sonunda günümüz “evcil köpekleri” oluştu. Hatta insanlara o kadar yakın ve dostlar ki onlarca farklı ırk gelişti.
Dünya güzelliklerle dolu, tozpembe bir yer değildir. Herkesin başına kötü şeyler mutlaka gelir. İnsanları karşılıksız sevebilecek anne-babaları hariç insan yoktur. Mutlaka ama mutlaka iki insanın ilişkisinde bir çıkar mevcuttur, evlilikler de buna dahildir. Özellikle günümüz dünya düzeninde para çok önemli bir sorundur ve bilinenin aksine parasız saadet de olmaz, samanlık seyran hiç olmaz. Kötü bir duruma düştüğünüzde, eşiniz ya da çocuğunuzun sizi terk etmeyeceğinin garantisini veremem ama bir köpeğiniz varsa, onun sizi terk etmeyeceğinin garantisini verebilirim.
Şunu da eklemek isterim ki sadece köpeklerden bahsetmiş olmam, bu haksızlık ve nankörlüğe sadece onların maruz kaldığı anlamına gelmiyor. Sıcakkanlı tüm hayvanlar, hatta soğukkanlı olanların birçoğu dahi buna maruz kalıyor. Köpeklerden bahsetmiş olmamın sebebi, herkesin onları her gün görüyor olması, en fazla sayıda olanlardan biri olması ve en baştaki neden ise “başlangıçta böyle bir türün var olmaması”.
Yazımın başında bazı canların başı bile okşanmadan göçüp gittiğine üzüldüğüme değinmiştim. Eğer insanlar için üzülecek olsaydım, bir hayvanın başını okşamadan göçüp gidenlere daha çok üzülürdüm.